Özellikle son onbeş yıldır, Türkiye’de egemen ideoloji, liberalizm’dir. Devlet, elini ekonomiden çeksin diyoruz, devlet bankacılığı olmasa, kredi yolsuzlukları olmaz diyoruz, hızlı özelleştirme istiyoruz. Devletçiliği ve planlı ekonomiyi savunan, kalmadığı gibi… Bir de ekmek zammı olduğunda, “devlet yetkilileri uyuyor mu?” diyenler olmasa.

Liberalizm demek, piyasa ekonomisi demektir. Piyasa ekonomisinde fiyatlar, tam rekabet koşullarında, arz-talep mekanizması tarafından belirlenir. Emir-komuta ile fiyat belirlemesi yoktur yani.

Peki, bizde fiyatlar nasıl belirleniyor acaba? Bizde, umumi tuvalet ücretinden, diş protez ücretine, gevrek fiyatından, muhasebecimizin aylık ücretine kadar, pek çok mal ve hizmetin fiyatı, yetkili kuruluşların hazırladığı, tarifeler ile belirleniyor. Üstelik, tarife fiyatları altına inilmesi yasak fiyatlardır. Denizli’de, Ordu’da fırıncılar odası, ucuz ekmek satan fırınları mahkemeye bile vermedi mi? Tarifeler, tüketiciyi değil, meslek kuruluşu mensubunu koruyor. Korusun elbette ama o zaman bu fiyatlar, piyasa ekonomisinin değil, “lonca” sisteminin fiyatları olur.

Türkiye’de bir de tekel konumundaki kamu kuruluşlarının fiyatları var. Su fiyatı, elektrik fiyatı doğalgaz ve telefon fiyatı gibi. Bu fiyatları da arz-talep mekanizması belirlemiyor. İlgili kuruluşun yönetimleri belirliyor. Hakkaniyet ölçülerine ve piyasanın gereklerine uygun fiyatlar olup olmadıkları tartışılabilir. Belki de işçi fazlasının veya kötü yönetimin faturasını ödüyoruz.

Bu kadar çok sayıda mal ve hizmet fiyatının piyasa mekanizması dışında belirlendiği bir ekonomiye, “liberal” demek, mümkün müdür?

Bu sorunun yanıtını, en iyi biçimde, Rekabetin Korunması hakkında Kanun veriyor. 7.12.1994 tarih ve 4054 sayılı bu Kanun’un 4. Maddesi aynen şöyle diyor: “Belirli bir mal ve hizmet piyasasında, doğrudan ve dolaylı olarak, rekabeti engelleme, bozma ya da kısıtlama amacını taşıyan veya bu etkiyi doğuran, yahut doğurabilecek nitelikte olan, teşebbüsler arası uyumlu eylemler ve teşebbüs birliklerinin bu karar ve eylemleri, HUKUKA AYKIRI VE YASAKTIR. Bu haller, özellikle, şunlardır; a) Mal ve hizmetlerin alım ya da satım fiyatının, fiyatı oluşturan maliyet, kâr gibi unsurları ile her türlü alım satım şartlarının tesbit edilmesi.”

Bu Kanun, Gümrük Birliği’ne ve er geç tam üyesi olacağımız Avrupa Birliği’ne, yani serbest piyasa ekonomisine uyum kanunu’dur. Serbest piyasa ekonomisinin tanımı açısından, en temel belge niteliği taşıdığı da su götürmez. Ve bu kanun, tarifelerle belirlenen fiyatları, açıkça, hukuka aykırı olarak niteleyip, yasaklıyor.

Ancak, fiyat tarifesi düzenleyen tüm kuruluşlar, bu yetkilerini de kanundan almaktadır. Yaptıkları iş yasaldır ve hatta görev ifası olarak da tanımlanabilir. Sorun, onların dayanağı olan Kanun’ların 4054 sayılı Kanun ile çelişiyor olmasından kaynaklanmaktadır.

Aslında bu çelişkiler, 4054 sayılı Kanun’a eklenecek, geçici bir madde ile fiyat tarifesi düzenleme yetkileri kaldırılmak suretiyle kolayca giderilebilirdi. Şimdiyse yeni bir yasal düzenleme gerekiyor. Aksi halde, pek çok hukuki sorun çıkabilir.

Kanımca, hukuk tekniği ile ilgili tartışmalar fazla önem taşımıyor. Hangi ekonomi sistemini uygulayacağımıza, karar verelim artık. Piyasa ekonomisinde fiyatları, piyasa belirler. Bizim şimdiki sistemimizde ise, olsa olsa “tarifeli ekonomi” adını vermek gerekir…

Kamu’daki tekeller ise, zorunluluk nedeniyle ve tarihi süreç içinde ortaya çıkmış bulunan, adeta doğal tekeller. Özelleştirilmeleri mümkün ama tekel olma özellikleri, kolay kolay ortadan kaldırılamaz. Onları, piyasa ekonomisine entegre etmek ise, “hakim durumun kötüye kullanılması” açısından denetlemek suretiyle, Rekabet Kurulu’muzun görevidir.

Artık, bizim de rekabet kurulumuz var. Çekinmeyin, şikayet edin…

Originally posted 2015-11-02 10:54:54.