Skip to main content

Hakim Durumun Kötüye Kullanılması

Elektrik, su ve telefon faturaları el yakıyor gerçekten. İnsanlarımızın önemli bölümü, aylık gelirlerinin neredeyse yarısını bu faturalara yatırıyor…

Özellikle İzmirli, hakkını aramayı öğrendi. Tüketici Sorunları İl Hakem Heyeti’ni arayıp, şikayet ediyorlar. Ancak, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun, tüketiciyi fiyata karşı korumuyor, ayıplı mala karşı koruyor. Böyle olması da doğal. Çünkü, serbest piyasa ekonomisinde tüketiciyi fiyata karşı koruyacak olan yasalar ve hükümet kararları değil, serbest rekabettir. Gerçekten serbest rekabet olmak koşuluyla kuşkusuz…

Oysa ki; elektrik, su ve telefon faturalarını düzenleyenler, kamu hizmeti yapan birer tekel niteliğini taşımaktadır. O zaman da tüketiciyi korumak açısından bunları, Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun açısından olmuyorsa 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkındaki Kanun perspektifinden incelemek mümkündür. Artık inceleme gerekli de olmuştur.

İstenen Bedel Mükerrer

Anayasamız, Türkiye’mizi “sosyal bir hukuk devleti” olarak tanımlıyor. Ancak, “sosyal devlet” kavramını ortadan kaldıran bir başka kavram da neredeyse anayasamızla birlikte yürürlüğe girdi: “Kamu hizmetinden yararlananlar, onun bedelini de ödesinler” kavramı yani…

Peki ya ödeyemeyecek olanlar? Onlar, kamu hizmetlerinden yararlanmasınlar. Oysa kamu hizmetlerinden en çok yararlanması gerekenler onlar değil mi? Peki ya kamu hizmeti yapan kuruluş yöneticileri? Onlar, bu hizmetlerin bedelini ceplerinden mi ödüyorlar ki bizden istiyorlar? Bedeli biz vergilemizle ödüyoruz. İstenen bedel, mükerrerdir.

Yine de hizmetten yararlananla yararlanamayan arasında bir fark olsun. Yararlanan, mükerrer de olsa bedel ödesin. Ama bedel fahiş olmasın…

Ama korkarım ki ödenen bedel fahiş. Elektrik tellerine kanca atanların tüketim bedelini de aboneler ödüyormuş. Önlemek abonelerin görevimi ki cezalandırılsınlar?

Zamlar haklı mı?

Elektrik, su ve telefon faturalarının denetimini halk yapmıyor. Şu sıralar, başkaca bir denetim olduğunu da sanmıyorum. Faturalar şişiriliyor olabilir. Devamlı yapılan zamların denetimi de yok. Acaba haklı zamlar mı? Yoksa, kötü yönetimin şişirilmiş kadroların bedelini mi ödüyoruz?

Mümkün müdür, su kullanımından kaçınmak? Artık mümkün müdür, elektrik, telefon kullanmamak? Uygarlık ölçümünde kullanılmıyor mu bunların tüketim düzeyi? Bir ölçüde tasarruf elbet mümkün ama korkarım ki tasarruf etsek bile yakında ödenemez hale gelecek faturalar.

Tam rekabet piyasasında oluşan fiyatlara itirazımız yok, yüksek bile olsalar.

“Hakim durumun, kötüye kullanılmasından” kaynaklanan fiyatları ise içimize sindiremiyoruz…

Gazete Ege, 27 Ocak 1997

Rekabetin Korunması

Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, sadece ayıplı mala karşı koruyor tüketiciyi. Ayıplı olduğu belirtilerek yapılan satışlarda, ayıplı mala karşı da bir koruma, söz konusu değil doğallıkla…

Bir tek kapıdan satışlarda, mal ayıplı olsun olmasın, geri alma zorunluluğu var, satıcıların. Bu istisnanın nedenlerini başka bir yazımızda tartışırız.

Yasa’mız, fiyata karşı korumuyor tüketiciyi yani. Esas belirtmek istediğimiz budur. Fiyata karşı koruma, bu Yasa’nın görevi değil zaten.

O işi yapacak olan, dolaylı biçimde de olsa, 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’dur. Bu Yasa’nın yürürlük tarihi, ötekinden öncedir. Sayısından da belli zaten. Ancak henüz, gerekli kurumlar oluşturulamadı ve yaşama da geçemedi, dolayısıyla. Bu yüzden de pek bileni, tanıyanı yok…

Sonuçta; tüketici, haksız zamlara, tekel fiyatlarına ve Yasa’nın deyimiyle, “piyasaya hakim olan teşebbüslerin, bu hakimiyetlerini kötüye kullanmalarına” karşı korunamıyor.

Yasa’nın amacı, rekabeti koruyarak; tam rekabet piyasasının, gerçek liberal ekonominin yani, oluşmasını sağlamak…

“Dolaylı koruma” deyişimizin nedeni de bu zaten: Serbest piyasa ekonomisinde, rekabet koşullarında oluşmuş fiyatlara, hiç bir yasa karışamaz çünkü. Bu fiyatlar, yüksek olsa ve devamlı artsa bile…

Fiyatların, başta devlet olmak üzere, merkezi bir otorite tarafından belirlenmesi, serbest piyasa ekonomisi ile bağdaşmaz. Tıpkı, “mal ve hizmet piyasalarındaki, rekabeti engelleyici, bozucu veya kısıtlayıcı; anlaşma, karar ve uygulamalar” gibi.

İşte bu yüzden, 4. maddesinde, aynen şöyle diyor, Yasa: “Belirli bir mal veya hizmet piyasasında, doğrudan veya dolaylı olarak, rekabeti engelleme, bozma ya da kısıtlama amacını taşıyan veya bu etkiyi doğuran yahut doğurabilecek nitelikte olan, teşebbüsler arası anlaşmalar, uyumlu eylemler ve teşebbüs birliklerinin, bu tür karar ve eylemleri, HUKUKA AYKIRI VE YASAKTIR.

Bu haller, özellikle şunlardır: a) Mal veya hizmetlerin, alım ya da satım fiyatının, fiyatı oluşturan, maliyet, kâr gibi unsurlar ile her türlü alım yahut satım şartlarının tesbit edilmesi.”

İzmir’de, ekmek fiyatının neden serbest bırakıldığı, sanırım daha iyi anlaşılacaktır şimdi. Yasa’nın açık ve kesin hükmü gereği yerine getirildiği gibi, Avrupa Birliği koşullarına uyum yolunda bir de adım atılmıştır böylelikle…

Biz, Avrupa Birliği’ni istiyoruz, onlar da serbest rekabet ve demokrasi.

Demokrasinin ekonomik sistemi, serbest piyasa ekonomisidir zaten. Serbest piyasa ekonomisinin, vazgeçilmez koşulu ise, tam rekabet.

Gelin, rekabeti koruyalım…

Gazete Ege, 23 Eylül 1996