Skip to main content

2019 Belediye Başkanlığı Seçimleri

Eko belediyeler

Dünyamızda insanlar doğup büyüyüp, yetiştikleri topraklara uygun DNA’lara sahiptirler. Tıpkı doğadaki hayvanlar, bitkiler ve ormanlar gibi. O yörenin suyunu, havasını, güneşini alarak büyümüşlerdir. Törelerine adetlerine alışmışlardır. Damak tadları o yöreye uygundur. Alışkanlıkları, mantıkları, duyguları, düşünceleri de o yöreye göre şekillenmiştir. Bir dağ bölgesi insanı ile deniz kenarı insanının karakteri aynı değildir. Zaten insanların tiplerine baktığınız zaman bulundukları kıtaya göre çok farklılıklar görürsünüz. Medeniyetin ve şehirlerin gelişmesinde enerji ve iklim değişmesi, doğa ve çevre temizliği çok önemli. 21.yüzyılda Dünyamızın iklimi çevre kirliliği yüzünden çok ısınıyor. Sıcaklıklar artıyor. İnsan sağlığı ve yaşamı, hastalıkların önlenmesi için önlem almalıyız. Şimdi belediye seçimleri yapılacak. Onun için belediye başkanlıkları ve çalışma gurupları o yöreyi çok iyi bilen, o bölgede yaşayan insanlardan olmalıdır. Belediyeler insanların barınmalarını, emniyetlerini, sağlıklı, rahat ve eğlenceli yaşamlarını, gelişen olumlu teknolojilere uygun olarak, doğadan kopmadan, iş sahaları açarak 100 yıl sonrasını düşünerek planlamalıdırlar. O bölgenin coğrafyasını, tarihini, sularını, tarımını, hayvancılığını İnsanların yaşayış tarzlarını, yiyeceklerini, alışkanlıklarını inceleyerek çalışmalar yapmalıdırlar.

Plansız kentleşme ile artık şehirlerimiz yaşanmaz hale geldi, göçler var, çok fazla kalabalıklar var. Eskiden şehirlerin geniş meydanları, bahçeleri, parkları, fıskiyeli havuzları, geniş yolları vardı. Şimdi aynı evlerin arsalarında gökdelenler, A.V.M.’ler, büyük binalar yapılıyor. Yollar aynen kalıyor. Yollarda iki taraflı, kaldırımların üzerine bile binek araçları park ediliyor. Ağır olanları kaldırımları bozuyor, yürürken insanın ayağına takılıyor, düşürüyor. Bazen bisikletliler, motorsikletliler kaldırımdan gidiyorlar. Oto parklar yetersiz. Şimdi büyükşehirde yaşayan yaşlıların bastonla, engellilerin, çocukların oralardan yürümeleri çok zorlaştı. Her gün kaza haberleri görüyoruz. Ayrıca inşaat kazıları, tadilatlar yapılıyor, etrafı çevrilip tedbir alınmıyor. Çukurlara düşen, başlarına camlar düşen insanlar var. Aylarca hastahanede kalıyor, şanslıysa kurtuluyorlar. İtfaiyeler dar sokaklardan geçip yangına ulaşamıyor. Can kurtaran arabaları trafikte sıkışıyorlar, yetişemiyorlar. Apartmanlar çok yüksek, kaçış merdivenleri, yolları yok. Bir sürü insanlarımız, hayvanlarımız telef olup gidiyorlar. Bu sıkışıklık kavgalara, streslere, vakit, can ve mal kaybına sebep oluyor. Eskiden heryerde, palmiye, hurma, çınar, selvi gibi ağaçlar vardı. Hepsini kesip yerlerine apartman yaptılar. Ağaçlar serinlik veriyordu, onlar olmadığı için yazın çok sıcak oluyor, binalar gün boyu kızıyor, geceleri sıcaklığı dışarı veriyorlar. Zaten iklim değişikliği ile sıcaklık artmış vaziyette. Eskiden biz ailecek, Narlıdereye, Balçovaya sahile gidip piknik yapardık. Oradaki plajda denize girerdik. Mevsiminde oradaki bahçelerden kasa ile mandalina, ayva, nar, alırdık. Konaktan oraya kadar sahilden denize girilirdi, hıdrellezde kayıkla gezilip, denize dilekler yazılmış kağıtlar atılırdı. Sahildeki konakların hepsinin yol kenarında büyük bahçeleri vardı. Geceleri mis gibi yasemin, fulya, manolya, melisa, hanımeli kokardı. Sahildeki açık hava sinemalarına giderdik. Filim seyrederken denizin dalgalarının sesini duyardık, burnumuza esen rüzgarla, yosun kokuları gelirdi. Caddede piyasa yapardık.

Şimdi bizim caddedeki yavru kediler arabaların altına saklanıyorlar, motorlarına giriyorlar, çoğu eziliyor, sakat kalıyor. Bazı hayvansever insanlar onları veterinere götürüyor, iyileştiriyorlar. Buraya yolda yemek yiyen insanların, çocukların okul çıkışı yediklerinin kırıntılarını yemek için geliyorlar, köpekler, kumrular, martılar da geliyor. İyi insanlar yol kenarına, parklara mama, su bırakıyorlar. Geçenlerde caminin bahçesine koymuşlar, görünce çok sevindim. Hayvanlar bahçede rahatça koşup oynayabiliyorlar. Eskiden evlerin bahçelerinde gezerdi hayvanlar. Kuşlarda yuva yapacak yer bulamıyor, Osmanlı zamanında camilere kuş evleri yapılırmış.

Gelecekte yaşlı nüfusun çok olacağı söyleniyor, yaşlılık planlaması yapılması lazım. İnsanlar yaşlanınca eğer kimsesi yoksa, kolay av olarak görünüyor. Kendilerini koruyacak güçleri yok, kolay kandırılıyorlar, soyuluyorlar, malları ve paraları alınıyor. Şu anda dünyanın her yerinden insanlar, başka ülkelere uçakla gidip suç işleyip, dönebiliyorlar, her türlü suç örgütü var. Teknolojiyi kullanıyorlar. Bizim güvenlik teşkilatlarımızı takdir ediyorum, hepsi çok başarılılar, canla başla çalışıyorlar, kendilerini tebrik ediyorum. Bu şartlarda ailelerin yaşamaları çok zor oluyor. Artık şehirlerimizde yeni bir sisteme geçme zamanı. Eski merkez şehirlere, yeni binalar sığdırmadan, olduğu gibi korunmalı, restore edilmeli, eskiden insanların nasıl yaşadığını, zamanın nasıl değiştiğini, medeniyetin nasıl ilerlediğini gözlemleyebiliyorsunuz. Ailelerin çalıştıkları yerlere yakın kreşler olması lazım. Ana babalar fırsat buldukça, gidip, çocuklarını görebilmeliler. Çabuk ulaşım olmalı, çocukların okullarının, evlerine yakın olması lazım. Okullarda, çocuk bahçeleri, yeşil alanlar, spor salonları, yüzme havuzları (hocalar eğitmeli), ilk yardım, hastahaneye yakın olmalı. Küçük çiftlikler olmalı çocuklara hayvan sevgisi ve tarım öğretilmeli, yalnız kaldığı zaman saldırıya uğradığı zaman, yardım alabileceği yerler öğretimeli önemli telefonlar ezberletilmeli.

Yaşlılar, engelliler için evlerine yakın yerlerde, yeşil alanlar, spor salonları, yürüyüş yolları (yollara engeller koymama şartı ile), sosyal etkinlik ve sanat yapabilecekleri, ilk yardım alabilecekleri yerler olmalı. Mahalle aralarında, merkezde, istimlak edilerek, bölge sakinleri ile anlaşarak, yeşil alanlar açılmalı. Şehir dışı sitelerde zaten yapılıyor. Şehir içlerine büyük otoparklar açılması lazım. Bazı yollar merkezde trafiğe kapatılabilir. Şimdi burada sahile gidebilmek için tramvay ve otoyolları aşmak zorundasın. Sahil çok kalabalık oluyor, balık tutanlar var oralarda gezemiyorsun, çünkü oltayı denize fırlatırken gelip sana takılabilir. İzmir’e denize girip yüzen, denizi seven bir başkan lazım.Plajlara ulaşabilmemiz lazım.

Belediye başkanları şehirlerin enerjisini heba etmemeli.

Enerjiler:

1. Kuşak

Güneş, su, deniz, dalga, rüzgar enerjilerinden elektrik elde edilmeli.(aydınlanma, ısınma, sıcak su için yüksek faturalar ödenmez, belki bedava olur.sosyal yardım daha fazla olur,) Fazlası satılabilir.Kesilikle kamuya ait kooperatifler olmalı. Denetlenebilmeli.Bu şekilde gençlerede iş sahaları açılacaktır.

2. Kuşak

Şehirlerin etrafında coğrafi duruma göre, tarım arazileri, çiftlikler olmalı, tarımdan bitkisel yakıt, çiftliklerden, gübreden, bio gaz elde edip, elektrik enerjisine çevrilebilir. Şehirdeki hayvanların oraya taşınıp telef olmaları engellenebilir, okul gezileri ile çocuklara tarlaları, hayvanları öğretebilirler. Yaşlı yaşam evleri Engelli okulları, hasta bakım evleri, orada kurulabilir, temiz havanın, doğanın iyileştirme gücünü alabilirler.

3. Kuşak

Bu halkaya sanayi bölgesi, fabrikalar kurulmalı, mümkünse kıraç arazilerde, çevreyi mümkün olduğu kadar az kirletecek bölgelerde, sulardan uzaklarda, eski maden çıkarılan bölgeler olabilir. Buralarda kimyasal atık laboratuvarı kurulabilir, şehrin evsel atıklarını, hastahane atıklarını, arıtım tesisleri bu bölgede kurulabilir. Başka ülkelerden gizlice getirilip bizim dağlarımıza denizlerimize, şehirlerimize, gömülen zehirli nükleer atıklar burda etkisiz hale getirilebilir. Bunlardanda elektrik elde edilebilir. Çöpler satılabilir, İsveç gibi ülkeler satın alıyor. Fazla elektrik satılabilir. Bu enerjilerin hepsi için kooperatiflerin kurulması lazım. Başka ülkelerin kooperatifleri ile işbirliği yapabilirler. Tehlikeli nükleer atıkları, zehirli biyolojik atıkları, nükleer felaket bölgelerine atabilirler. Olabiliyorsa yanar dağlara atabilirler, bu işleri robotlara yaptırabilirler. Bir de dünyamızda bazı şirketlerin biyolojik silah ürettiğini duydum, bunlar bütün dünyaya yayılabilir. Birleşmiş Milletlerin denetlemesi lazım. O zaman Dünyamızı kurtarabiliriz. İnsanlığın geleceği kurtulur.

Sağlıklı bir Dünyada yaşam dileği ile.

Atıktan enerji elde eden şehirlerimiz

İstanbul, Kocaeli, Sakarya, Samsun, Kastamonu, Malatya, Aksaray, Konya, Elazığ, Siirt, Van, Antalya benim gördüklerim. Bu kadar, hepsini tebrik ediyorum, başarılar diliyorum.

Ayla Gönenç. 14 Aralık Cuma 2018. İZMİR.

Türk Devletçiliği ve Özelleştirme

Şaşırarak izliyorum özelleştirme tartışmalarını… Özelleştirme yandaşları da, karşıtları da sanki, katı bir ideolojik savaş veriyorlar…

Oysa ki Türk Devletçiliği, sosyalist devletçilik anlayışından farklı olarak, ideolojik değil pragmatik bir devletçilik anlayışıdır. Amacı, sosyalist devletçilik gibi, sınıfsız bir toplum yaratmak değildir, Türk Devletçiliği’nin…

Sermaye birikimi yapamamış müteşebbisi-kapitalisti olmayan bir ülkede, devletçilik uygulamadan, nasıl gerçekleştirilebilirdi ki; sanayileşme ve de kalkınma?

Türk Devletçiliğinin amacı; sınıfsız toplum yaratmak bir yana, müteşebbis yaratmak, kapitalist yaratmaktır Türkiye’de. birinci İzmir İktisat Kongresi, bunu açıkça söylemiyor mu? Kongre diyor ki: Biz devlet eliyle kapitalist yaratacağız, kapitalistler de sanayiyi…

Amaç, sermaye birikimi olunca, sermaye birikimini bireyler eliyle gerçekleştirmek olunca, KİT’ler elbette zarar edecekti ve de etmişlerdir. Sermaye büyüdükçe, müteşebbisler çoğaldıkça, giderek artan oranlarda zarar etmişlerdir hem de.

Aslında KİT’ler, hiç olmazsa içlerinden bazıları, zarar etmeden de yürütebilirlerdi kapitalizmi geliştirmek işlevlerini. 1980 öncesinde öyle de olmuştur. Yeter ki; Devlet’i sahiplenmiş, nitelikli yöneticilerin ellerinde olsunlar…

Amacı, sınıfsız toplum yaratmak değildi Türk Devletçiliği’nin. Gerçekten de Türkiye’yi sosyalist de yapmadı, sosyal demokrat da yapmadı. Cumhuriyet Türkiye’nin üretim biçimi, kapitalist üretim biçimidir, bugüne dek…

Böyle bir devletçilik anlayışıyla özelleştirme anlayışı arasında, ideolojik bir çatışma da söz konusu olamaz elbette. Hele de kapitalizm yeterince gelişmişse ve özel sektör artık daha nitelikli ve daha ucuz üretim yapabilmekteyse.

Bu görüşlerimi, bizim devletçiliğimizi eleştirip, sosyalist devletçiliği yüceltmek için söylemiyorum. Nasıl söyleyebilirim ki zaten? Sovyet Devletçiliği yok oldu bile, bizimki daha dayanıklı çıktı, henüz komada. Üstelik onların henüz “Bunlar eskiden, kara delik değillerdi; basma ürettiler, şeker ürettiler” demenin, yararı yok.

KİT’lerin çoğu için, iş işten geçmiş artık. Artık Sümerbank Nazilli fabrikası, “yandım-alamadım basması” üretmese de olur. Çünkü özel sermaye, birikti. Yeterince müteşebbisimiz var, hem de uluslararası düzeydeler. Bir de globalleşme rüzgarı: KİT’ler, artık satılabilir.

Sosyal devlet, sosyalist devlet değildi ama, o da güme gitti gibi görünüyor, sosyalist devletle birlikte. Kamu hizmetlerinin, karşılıksız olmasına herkes karşı, hatta ucuz olmasına bile karşılar, “bedelini ödersen yararlanırsın”.

Peki peki anladık; KİT’leri satalım. Satalım satmasına da seçerek satalım, hepsini satmayalım. Bazıları birgün gerekecek bize…

KİT’lerin bazıları yarın kapitalizmin, vahşi kapitalizme dönüşmesini engelleyebilmek için, çok gerekecek bize… Liberal, ama gerçekten liberal ekonomi için çok gerekecekler bize…
Teknolojik gelişmenin, daha da çoğaltacağı işsizler ordusunun, sokağa dökülmesini önlemek için de gerekecek…

KİT’lerden bazıları bize, ulusal bağımsızlığımızı korumak için, çok gerekecek. Bugün de gerekiyorlar zaten.

Türk kökenli olsun, Kürt kökenli olsun farketmiyor. Yatırımcı yurttaşlarımız, Doğu ve Güneydoğu’ya kurmuyor fabrikalarını. Yaraları sarmaya gidecek olan, yine Türk Devleti’dir, kar-zarar düşünmeden. Onlar bize, ulusal bütünlüğümüz için de gerekecek…

Sözün kısası; KİT’lerin satılması gerekeni de var, satılmaması gerekeni de. Nasıl gerektiyorsa akim yolu, öyle yapalım.

“Satarım-hayır sattırmam” inatlaşmasının bugün, ne gereği var ne de yararı…

Yeni Asır, 14 Mart 1996

Yeşili ve Maviyi Anımsamak

Pek çok insan gibi benim yaşantımda da önemli olaylar oldukça çok. Ancak son zamanlarda, çocukluğumun İzmir’de geçen ve de pek uzun olmayan dönemi ile ilgili anılar diğerlerine baskın çıkıyor.

Yaşlanıyorum da ondan mı diye düşünüyorum bazen. Kuşkusuz epey de yaşlandım sayılır. Ama İzmir’imin doğası benden çok daha hızlı yaşlandı. Hatta mavi Körfez öldü gibi. Temel neden işte bu.

İnsan belki de er geç öleceğinin bilincinde olarak, yaşamayı tutkuyla sürdürebilen biricik canlıdır. Öleceğini bilir ve korkmaz da kıyamet gününden ödü patlar…

Mavi gezegenimizin, ölümümüzden sonra da yaşayacağını, insan türünün soyumuzun süreceğini bilmek, ölüm korkumuzu azaltır. Oysa kıyamet günü, herşeyin sonu olacaktır. Bundan ötürü korkarız…

Doğa sadece İzmir’de ölmüyor. İzmit Körfezi de ölüyor. Çilek tarlaları, kiraz bahçeleri yok oluyor. Bursa ovasını, güzelim şeftali bahçelerini de yok ediyoruz.

İşte bu yüzden çevre kirlenmesi korkusu, kıyamet korkusu gibi sarmaya başladı, insan bilincini. Bu korkuyla Yeşiller, sanayileşmeye bile karşı çıkıyorlar.

İlk bakışta, haksız da değiller.

Karadeniz Bakır İşletmeleri ile Etibank’m fabrikalarının, Murgul’da yeşili nasıl yok etmiş olduğunu, dağın-taşın nasıl siyaha kestiğini gözlerimle gördüm. Murgul’da insan ömrü, buralardakinden çok kısa.

Yatağan Termik Santralı’nm eskiden köylülerin göbek mantarı topladığı, yemyeşil ormana, ne yaptığını da gördüm. Ancak çözüm yine de sanayileşmekten vazgeçmekte değil. İnsan nüfusu giderek artıyor. Hem de büyük hızla. İnsanın gereksinimi sonsuz. Giderek daha çeşitleniyor.

1960’lı yıllarda, her eve bir renkli televizyonu, düşlemek bile olası mıydı?

Sonsuz insan gereksinimini karşılayabilmek için sonsuz üretim gerekir.

Sonsuz üretim olanağını da bize ancak sanayi veriyor.

Sosyal demokratlar da bu yüzden bir yandan çevreyi korumaya çalışırken, öte yandan sanayileşmeyi savunuyorlar.

Çözüm, temiz sanayi. Havayı kirletmeyen, ormanları, şırıl şırıl akan buz gibi dereleri, masmavi denizleri öldürmeyen sanayi…

Bu konuda teknoloji hızla gelişiyor. Temiz enerji için soğuk füzyon çabaları yaygınlaşıyor.

Öncelikle, daha fazla kirletmeyi durdurmak gerek.

Sonra sıra kirletilmiş doğayı temizlemeye gelecek. Bu konuda da önemli çalışmalar var.

Ben umutsuz değilim. Özellikle, biyolojik yöntemlerle yapılacak doğa temizliğinin, bir gün başarılı olacağına inanıyorum.

Zaten, kirleri yiyecek bakteriler konusunda deneyler de yapılıyor.

Belki birgün bu bakteriler İzmir Körfezi’nin tüm pisliğini yiyip bitirecek.

Belki bir gün, torunumun çocuğu, benim çocukluğumdaki gibi mavi bir körfezde yüzecek…

Cumhuriyet 8 Mayıs 1990;
Gazete Ege 21 Temmuz 1997