Skip to main content

Güzelyalı Pazarı

Geçen pazar günü, Güzelyalı Pazarı’na gittim. Ucuzluk saatlerinde akşam üstü.. Kış başından beri gidememiştim. Araba olmayınca pazara gitmek zor. Giderken neyse de dönüşte elimde torbalarla dolmuşa binmeyi gözüm yemiyor.

Adı, Güzelyah Pazarı. Ama, Güzelyalı ile ilgisi kalmadı. Ta Üçkuyular’da…

Eskiden Güzelyalı Parkı’nın çevresinde kurulurdu. Yürüyerek gidilir, yürüyerek dönülürdü, kolayca.

O günlerde zaten, otomobili olan pek azdı ve otomobilliler, mevyelerini-sebzelerini pazardan almazdı pek.

Dolaşmaktan yoruldunuzmuydu, Park’ta oturur, soluklanırdım biraz.

Sadece mevsiminde satılan, hormonsuz, koca koca domatesler gözümün önünden gitmiyor. Beşer kilo, beşer kilo alınırdı..

Güzelyalı Pazarı, sonradan Göztepe Stadı yanma taşındı.

Arabalılar çoğalmıştı ama, yine de park yeri bulmak kolaydı.

Güzelyalı dışına çıkarılmıştı ama, uzak sayılmazdı.

Zamanla oraya da alıştık. Hangi meyve-sebze pazarın neresindedir, zeytin-peynir nerededir, belledik. Fiyatlar girişte yüksek, sonlara doğru düşük olurdu.

En çok balık satılan bölümü severdim. Alamasan bile, şöyle bir dolaşmadan edemezdim. Mevsimine göre; çeşit-çeşit balık bulunurdu. Ucuz bir besin sayılırdı o günlerde balık. Lüfer, levrek bile alınabilirdi. Şimdilerde, pazar yerinin balık tezgahlarında, sardalya ile dondurulmuş Norveç uskumrusundan başka balık görünmüyor.

Güzelyalı Pazarı, artık Güzelyalı Pazarı sayılmaz.

Üstelik yeri de iyi seçilmemiş. Çarşamba pazarı neyse de pazar günleri ulaşım bir dert. Yarımadadan dönen yazlıkçılar ile pazarcıların araçları, birbirine giriyor. O kargaşada araba kullanmak cambazlık.

Yayaların, karşıdan karşıya geçmesi ise, bir serüven.

Son gidişimde, pazarın girişi, bir Beşiktaş-Galatasaray maçı bitimindeki İnönü Stadı önünden farksızdı.

İnsanların büyük bölümü, malların ucuzladığı akşam saatlerini seçiyor, alışveriş için.

Haksız da değiller hani. Artık, üç-beş yüz liralık fiyat farkının bile önemi büyük, geçinebilmek için.

Pazarın içinde yürümek, büyük sorun. Reyon araları dar tutulmuş. Yolların kesiştiği noktalarda insanlar yumak oluyor, el arabaları birbirine giriyor.

Geçenlerde, komşularımızdan bir hanım, bacağını kırdı pazarda.

Bereket, arka taraftan, Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’na bağlantı yapıldı da araç çıkışı rahatladı biraz. Ben, bu pazara alışamadım.

Neyin, nerede satıldığını belleyemedim bir türlü. Neresi pahalı neresi ucuz öğrenemedim.

Güzelyalı’da oturanlar, Güzelyalı’ya pazar yeri istiyorlar.

Pazarlarını geri istiyorlar.

Şimdikinin adı, Fahrettin Altay Pazarı olsun..

Cumhuriyet 13 Mart 1991

Bahar

Erikler çiçek açtı…

Sokak aralarındaki tek tük ağaçta, görüyorum.

Bu kadarcık bahar dalı bile, coşku duymaya yetiyor.

Çağla çıkalı epey oldu.

İzmirime bahar geldi.

Gökyüzü pırıl pırıl ve de gündüzleri hava, yeterince sıcak.

Dibi görünmeye başlayan barajlar, kaygı verse de güneşli günler güzel.

Bugünlerde, körfez vapuruna binip, açık güvertede çay içmeli. Gerçi deniz bulanık ve kötü kokuyor. Ama olsun; ben de denize değil, gökyüzüne bakarım. Uzaklara, Yamanlar’a ya da Çatalkaya’ya bakarım.

Bakar da çocukluğumun körfezini düşlerim. Belki de, Karşıyaka yalısının, yok olmuş palmiyelerini, yel değirmenlerini, görür gibi olurum.

Sonra bir de kalkıp fuara gitmeli.

Ben, ilk baharda severim fuarı, tenhayken. Hele bir de yağmur sonrasıysa ve güneş de açmışsa…

O zaman çimenler daha bir yeşildir. Ortalık mis gibi ıslak toprak kokmaktadır.

Yapraklardan, dalların ucundan, düşmeye hazırlanan su damlacıkları, güneşte parıldamaktadır…

Fuarın yeşil alanı, son yıllarda epey azaldı. Çirkin yapılar ise çoğaldı. Ama yine de İzmir’in akciğeri. Kent içinde daha büyük yeşil alan yok.

Yangın yerini yeşile döndüren Behçet Uz’u, saygıyla anmak gerek…

Yeşil özlemi ile Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’na çıkıyorum. Hayret, bazı yerlerde denizin dibi görünüyor.

Göztepe’de otlar büyümüş. Uzaktan bakınca, gri beton duvarda, küçük yeşil bir pencere açılmış gibi. Yaz gelip otlar kuruyunca, o küçük pencerede kapanacak.

Sahip Bulvarı’na da epey ağaç dikilmiş. Ama şimdilik yeşillik cüce.

Elbirliği ile koruyup kollarsak ağaçlar beş-altı yılda büyür, İzmir’in yeşili de epey çoğalır.

İzmir’in ilkbaharı kısadır. Yaz yakında gelir.

Diyorum ki, ilkbaharı yaşamanın tam zamanı.

“Bahçesinde ebruli hanımeli açan” minnacık bir evim olsa. Renk renk açan sardunyalarım ve ille de bir de yasemin.
Sabah, çayım elimde, bahçeye çıksam. Bir yasemini koklasam, bir hanımelini…

Cumhuriyet, 22 Mart 1990

Yaya Geçitleri

İzmir’de yayalar için, en tehlikeli yerler yaya geçitleridir. Yaya geçidi dışında, ezilmemek için önlem alırsınız da geçitte, yeşil ışığa güvenirsiniz. İşte o zaman vay halinize. Ben bu güven duygusunun cezasını, hem de bir-kaç kez, canımla ödemekten zor kurtuldum. Lütfen, trafiğin yoğun olduğu gün ve saatlerde, Göztepe girişindeki trafik lambalarını biraz seyredin. Kırmızı ışıkta durduğu için kaç aracın, arkadan şiddetli darbe almak suretiyle cezalandırıldığını, gözlerinizle görmek için fazla beklemeyeceksiniz.

Bütün uygar ülkelerde sarı ışık “lütfen yavaşlayın, kırmızı ışık geliyor” anlamında algılanır. Biz de ise, “kırmızı ışık geliyor, gazı kökleyin” demektir. Büyük çoğunluk zaten sarıdan kırmızıya geçerken değil, resmen kırmızı yanarken, fütursuzca basar geçer. Bunların çoğu, özellikle de kamyon kullananları, tam lombrozzo tipleri. Ama kimilerinin altında, son model Mercedes var. Kır saçlı, efendi yüzlü. Belli ki; okumuş yazmış adam. Siyasi durumumuzu değerlendirirken, ikide-bir “Biz adam olmayız kardeşim!” demiş gibi bir hali var. Haydi ordan maganda sen de.

Çinli’nin birini, trenin yararına inandırmak için vakti zamanında; “Bir haftada gittiğin yere, trenle bir günde gideceksin” demişler. İşte yanıt: “Peki ben geri kalan altı günde, ne yapacağım?” Acaba bizim kırmızı ışık magandası, kazandığı beş dakikada ne yapıyor. Dostoyevski okuyor, herhalde.

Muğla’da yaşadığım günlerde, Muğla-Akyaka arasında sıkça araba kullandım. Çılgınca kullandığımda kazanabildiğim süre, en çok on dakika olmuştu.

Bu kadar çok magandanın araç kullandığı ortamda bence yaya geçitleri, alt veyü üst geçit biçiminde olmalı. Gerçi, üst geçitin hemen yanı başında, üstelik orta refüjdeki yüksek demir parmaklıklardan atlayarak karşıya geçmeyi yeğleyen pek çok hemşerimiz var ama, biz yine de kullanmak isteyenler için yapalım. Alt geçitlerin, tehlikeli birer serseri yatağı olacağı da düşünülebilir ve önlem alınmazsa bu görüş doğrudur da. Konak vapur iskelesi önündeki öyle oldu mu?

Yanlış yerlere yapılan, çirkin üst geçitlerin, kentimizi çirkinleştirme olasılığı da vardır. Biz de doğru yerlere, güzellerini yapalım. Cami Sokağı diye bilinen, Güzelyalı’nın 56. sokağı üzerinde ana okulu, ilkokul ve lise var. Üstelik bu sokak, İnönü Caddesi ile Mithatpaşa Caddesi arasındaki en önemli bağlantı yolu. Hergün binlerce çocuk bu sokağa girip çıkabilmek için İnönü Caddesini geçiyor. Geçtikleri nokta, Hıfzısıhha kavşağı. Yani, Amerikan Koleji önünden gelen yokuşun devamı. Freni patlayan bir araç, o da orta refüjdeki demir parmaklıklara yaslana yaslana ancak yüz metre ötede durabilir. Nitekim, bir belediye otobüsü, ölümlü bir kaza yapmıştı…

56 Sokağın ağzına, okullar açılmadan bir üst geçit gerek.

Güzelyalı üst geçidi hem güzel oluyor hem de büyük yarar sağlayacak. Kopmuş olan halk, deniz bağlantısı yeniden sağlanacak. Arabalı vapur yolcu sayısında bile patlama olur sanıyorum.

Vapur iskelesi de bir an önce yapılsa da çayımı yudumlaya yudumlaya, Karşıyaka’ya gidip dönsem, sırf keyif için…

Gazete Ege, 25 Ağustos 1997