Skip to main content

Yaşadığımız Çağ, Teknolojik Devrim Çağı

Bizden önceki hiçbir nesil, böylesine bir teknolojik değişim yaşamadı. Benim çocukluğumda, yaşadığımız evde, hem de İzmir’in göbeğinde, Alsancak’ta elektrik yoktu. Gaz lambası ile aydınlanır, mangalla ısınırdık. Pek çok evde soba bile yoktu.

Şimdi, oğlumun PC’si var. TV’nin uzaktan kumandasının işlevini ondan öğreniyoruz. Tüm tuşların işlevini öğrenebilmiş değiliz elbette. Oğlum da kömür mangalı yakamıyor…

Teknolojik gelişmenin, en hızlı yaşandığı alanlardan biri, inşaat sektörü. Eskiden dört-beş yılda bitirilen inşaatların tamamlanması, bir yıl bile sürmüyor. Müteahit batmazsa veya hırsız değilse tabii.

Çıkrıkların ucuna bağlanmış gaz tenekeleri ile üçüncü kata beton çekmeye uğraşan “amele”lere pek rastlanmıyor. Transmixer geldimiydi, beton pompası sekizinci, onuncu kata, ulaştırıveriyor hazır betonu. Beton hortumları, ne kadar yükseğe ulaşabilir bilmiyorum ama İzmir Hilton’a bakınca, “çok yükseğe” diye düşünüyorum.

Şehirlerarası yollarda, transmixerler beni korkutuyor doğrusu. Ama deprem olduğunda da hemen sütun altına sığınıyorum. Bizim bina sahilde. Deniz dolgusu sanırım. Ama biliyorum ki sütunlar, kazık yöntemi ve hazır beton sayesinde çok derinlere çakılmıştır.

Yurdumuz, otoyollarla, gökdelenlerle kaplanıyor. Bunda teknolojik gelişmenin yarattığı, beton santrallerinin, transmixerlerin, beton pompalarının ve hortumlarının payı büyük. Gerçi; İzmir-Çeşme arasında, otoyol mu gerekirdi yoksa, mevcut yolu gidiş-geliş, ikişer şeritli yapmak yeter miydi, tartışılır. Özellikle de İzmir-İstanbul ve İzmir-Ankara yolları, birer sırat köprüsü gibi dururken. Bir de acaba Avrupa, Amerika otoyollarında bu kadar çok viraj var mıdır diye düşünüyor insan… Yine de yurdumuzun otoyollarla, gökdelenlerle donanması güzel. Teknolojik gelişme sayesinde, hazır beton sayesinde. Bir de hazır beton, kötüye kullanılmasa. Evet, nasıl ki emniyeti suistimal varsa, rekabetin korunması açısından, hakim durumun kötüye kullanılması varsa, hazır betonun kötüye kullanılması da var: Betonlaşma…

Benim çocukluğumda; Alsancak Kordonu, Karşıyaka Yalısı, Güzelyalı hep en çok iki üç katlı evlerle, köşklerle kaplıydı.

Alsancak’ta genellikle bitişik nizamdılar ama, Karşıyaka’da, Göztepe ve Güzelyalı’da bahçeler içindeydiler. Taştan yapılmaydılar ve yüzlerce depremi ayakta atlatmışlardı. Sıcak yaz gecelerinde, imbat estimiydi, sokak aralarına kadar uzanırdı. Şimdilerde, İzmir Körfezi, boydan boya bir Çin Seddi ile çevrili ve imbat yine esiyor ama, sokak aralarına ulaşıp, çocukların saçlarını okşayamıyor.

Benim çocukluğum, erik ağaçları üzerinde geçti. Yaz günlerim, güzelim Körfez’de yüzerek.

Şimdi ne Körfez var ne de erik ağaçları…

Benim oğlum, bilgisayar kullanıyor ama hiç erik ağacına tırmanamadı…

Gazete Ege, 13 Nisan 1997

Denize Küsen Şehir

Yaz-kış demeden fırsat buldukça, Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’nda yürüyüşe çıkarım. Yürüyüş bölgem genellikle, Levent Heykeli-Vali Konağı arasıdır. Tüm Bulvarda en yeşil bölge orasıdır. Heykel Faik bey durağı arasında parkın, Faikbey-Konak arasında ise bahçelerin yeşili fazladır. Ben bahçe yeşilini yeğlerim. Oralarda ağaçlar eskiden kalma ve kocaman. Parklardakiler ise yeni yetme…

Benim bölgemde Bulvar yazın her yaştan, her sınıftan insanla, tıklım tıklımdır. Akşam üstünden başlayıp çay bahçelerinde, boş masa bulamazsınız. Ben öğle saatlerini severim. Terlememek için sık sık ağaç gölgesinde oturup, sigara içerim. Ağustos böcekleri cır cır ötmektedir. Artık evimden duyamadığım bu müthiş senfoniyi keyifle dinler, Yamanlar Dağı’ndaki Smyrna siluetini ve Çatalkaya’yı seyrederim. Ve içimden çok sevdiğim denize bakmak gelmez.

Kış yürüyüşçüleri oldukça azdır elbette. Artık yürüyüşten başka spor yapabilecek gücü kalmamış olan yaşlılarla, sarmaşdolaş gezinen, oturan, unisex giyimli gençler, çoğunluktadır. Pek de gizlenme gereği duymadan, öpüşen çocuklara, kimse dönüp bakmadığına göre “Gavur İzmir” bizim oralarda yaşamayı sürdürüyor gibi…

Mustafa Kemal Bulvarı’nda yürüyüşler hep otoyolun kara tarafında yapılır. Deniz kıyısında yürüyen kışın hemen hiç yoktur. Yazın bile tek tük insan görebilirsiniz. Yürüyüşçülerin hemen hepsi tıpkı benim gibi denizi çok seyretmezler.

Evet İzmirli denize küstü.

Oysa benim çocukluğumda, İç Körfez’in neredeyse tümünde evlerin önünde hep şarpiler, sandallar demirli olurdu. Onlara kadar yüzer, üstlerine çıkıp biraz soluklandıktan sonra suya balıklama atlardık. Bostanlı’da Kabotaj Bayramı’nda yüzme, yelken ve yağlı direk yarışları yapılırdı. İstanbul vapurları Pasaport’taki iskeleye yanaşır, oradan kalkardı. Cumhuriyet Alanı Gümrük arası capcanlı tipik bir Akdeniz limanıydı…

Benim çocukluğumda İzmirli, denizle barışıktı.

Aslında küslüğü başlatan İzmirli değil, denizdir. Deniz artık içinde yüzerek serinlememize izin vermiyor. Suların, cam göbeği rengine dalıp dalıp düş kuramıyoruz. Deniz artık bizi, balıkla, midye ve kalamarla beslemiyor da.

Deniz haksız mı yani?

Son günlerde küçük bir değişim oldu. Kışa girdiğimiz halde, Güzelyalı’da deniz kıyısında dolaşanların sayısı epey arttı. Nedeni yeni yapılan vapur iskelesi ve üst geçit. Sanırım üst geçit ben dahil, epey insanın otoyol korkusunu, yaya geçidinde ezilmek korkusunu yendi. Ölmüş de olsa, denize akın, bir iskele ve bir üst geçitle artmaya başladı.

Demek ki kimileri, denize küstüğü için değil, denize ulaşamadığı için hep kara tarafında dolaşıyor.

Yalılara yapılan otoyollar insanın denizle bağlantısını koparıyor, demek ki…

Gazete Ege, 17 Kasım 1997

Yeni Bir Bahar

Her yıl bu günlerde; “İzmir’ime bahar geldi” diye yazmışım, bu sütunlarda… Bu yıl da yine bahar geldi, çabuk da geldi.

Mart ayı, kapıdan baktırmayıp-kazma kürek yaktırmayıp geçti gitti.

Çok da iyi ediyor, sobada yakılacak olan, kazma-kürek değil çünkü; gazyağı. Evini ısıtırken, cebini yakıyor.

Havaların erken ısınması, Körfez’in ateşinden mi acaba?

Eğer neden buysa, karanlık ve soğuk bir yaz dönemi de gelebilir ardından. Petrol kuyuları, duman üretmeyi sürdürüyor…

Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’na çıkıyorum yine: Acaba, bir yılda değişen bir şey var mı?

Ağaçlar, biraz daha boy atmış. Yeşillik çoğalmış gibi bu yüzden.

Göztepe; gri beton duvarda, yeşil bir pencere yine. Bulvarı süsleyen lambaların bazıları kırılmış. Çocukların işi olmalı…

Ortak malımız olanı, hepimizin olanı, güzel ve yararlı olanı, korumayı öğretemiyoruz galiba.

Levent Anıtı’nm çevresindeki, oturmalıklarm bir kısmı da parçalanmış. Oysa betondan yapılmalar.

İnciraltı’na doğru yürüyeyim diyorum, yol diye birşey kalmamış. Her yerde moloz yığını…

Flamingolara şaşıyorum. Moloz yığınları, umurlarında değil, yine gelmişler…

İyi ki gelmişler. O kadarcık güzellik de mutlu ediyor insanı.

“Bulvar” yapılana dek, denize çıkan, pek az geçit vardı yalıda.

İç kesimlerde oturanlar, denize hasretti.

Ya Karşıyaka yalısına gidilirdi ya da Kordon boyuna Alsancak’a denizi görmek için, deniz doldurulup, bulvar yapılınca soluk aldılar.

Her yaz, akın akın deniz kıyısına gidiyorlar.

Kestaneciler, patlamış mısır satan, gazoz satanlar, bir alem cümbüş.

Özellikle Güzelyalı kesimi, ana-baba günü oluyor, sıcak yaz gecelerinde.

Kuşkusuz bu yaz, daha da kalabalık olacak, Mustafa Kemal Sahil Bulvarı.

Nüfusumuz hızla artıyor. Güneydoğu Anadolu’dan gelenler de var, savaş nedeniyle.

Ancak, Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’nda; ne çay bahçesi var, ne de oturacak kanepe…

Deniz görmek için, sahile koşanlar denize sırtlarını dönmek zorundalar, yorulup oturduklarında.

Kanepeler konulmalı Bulvar boyunca; bir kaç da portatif büfe.

Denize koşanlar, bu yaz, denizi oturarak da görebilsin diye…

Şimdi tam zamanıdır.

Cumhuriyet, 1 Nisan 1991