Skip to main content

Su Kesintileri

İzmir’in herhangi bir yerinde su kesintisinin olmadığı gün yok gibi. Onarım gerekçesiyle bir o bölgede bir şu bölgede sular, üçbeş gün kesiliyor. Bereket, kesinti programını açıklıyorlar da önlem alabiliyoruz. Geçenlerde TEDAŞ, termik santral karşıtı çevrecilere haddini bildirmek için plansız elektriklerimizi kesi-kesivermişti de perişan olmuştuk.

Hiç bir uygar ülkede sular, afet falan olmaksızın bu kadar uzun süre kesilebilemez. Kesilirse kıyamet kopar, Türkiye hariç.

Bilirsiniz by-pass kalp hastalarının hayatını kurtarır. Aynı yöntem kentin kan damarları olan su boruları için neden kullanılmasın? En çok yarım günlük bir çalışma ile onarım noktasının iki ucu, geçici borularla birbirlerine bağlanırsa, üstelik bu işlem, onarım başlamadan yapılırsa, kesintilere gerek kalmaz.

Teknolojik olarak mümkündür. Yeter ki düşünülebilsin.

Kaldırım İşgalleri

İzmir bir Akdeniz kenti. Akdeniz insanı sokakta yaşamayı sever. Uzun yazlar nedeniyle bu, hem mümkün, hem de gereklidir. Eskiden İzmirliler sıcak geceleri kapılarının önüne attıkları sandalyeler üzerinde sokakta geçirirlerdi. Üstelik burası artık, canlı bir turizm kenti.

Bu nedenle, lokantaların, birahanelerin, kahvelerin kaldırım işgalleri konusunda, çok katı olmamak gerekir diye düşünüyorum. Yayaların geçişini epey zorlaştıranları da var elbette. Ama yayaların çoğu, oralardan birinde oturmak amacıyla kaldırımda yürüyor. Dolgu çalışmaları başladıktan sonra Kordon’dakiler boşalırken, Göztepe, Güzelyalı lokantalarının dolup taşmaya başlamasından belli…

Belediye başkanlarımız eminim Roma meydanlarında ya da Paris caddelerinde ya kahve veya bira içmişlerdir. Neden İzmir’de yasaklamak isterler?

Son Otobüs

Büyüklerimiz oldum olası, bizi erkenden yatağa sokmak isterler. Geceleri de yaşamamızdan, nedense fazla hoşlanılmaz.

“Erken yatan döl alır, erken kalkan yol alır” dememiş mi atalarımız? Sonuç ortada nüfus artış hızında, dünya şampiyonları arasındayız. Döl almasına almışız da, yeterince yol da alabildik mi bilmem?

Şimdiki büyüklerimiz de bizi erken yatırma peşinde. Son vapur yirmiüçte en işlek yerlerin otobüsü en son saat yarımda kalkıyor. Sapa yerlerin son otobüs kalkış saati ise sanırım daha da erken. Güzelyalı’da oturan ben, en yakın Karşıyakalı arkadaşlarıma akşam yemeğine gidemiyorum. Çünkü arabam yok. Olsa da fark etmez, eğer gidersem, içki içerim ve “trafik canavarı olmamak için” direksiyon başına oturmamalıyım.
Otobüs yoksa, içkili arkadaş yemeği de yok…

Oysa insanlar sadece içkili arkadaş ziyareti için istemez, geç saat otobüsünü. İşini ancak, ikilerde-üçlerde bitirebilen bilgisayarcılar, muhasebeciler ve vardiyası o saatlerde biten işçiler de yok mu? “Üç-beş nöbeti bende.”

Turizmi, sanayii ve ticareti çok gelişmiş metropol kentte, toplu taşım araçları, sabaha kadar çalışmalı, saat başı olsa bile. Otobüs yoksa eğer, içkili otomobil sürücüleri var. Onları canavar saymaya hakkımız var mı?

Eskiden dolmuşlar sabaha kadar yolcu taşırdı her semte. Trafiğe alt-üst eder, yolcuya saygısızlık ederlerdi. Kaldırılmaları iyi oldu. Ama sabaha kadar yolcu taşırlardı. Dolmuşların; trafiği bozma, yolcuya küfredip, hamile kadınları kapıya sıkıştırma işlevini şimdilerde belediye otobüsleri üstlendi. Sabaha kadar çalışma işlevini de üstlenseler bari…

Gazete Ege, 24 Kasım 1997

Güzelyalı Pazarı

Geçen pazar günü, Güzelyalı Pazarı’na gittim. Ucuzluk saatlerinde akşam üstü.. Kış başından beri gidememiştim. Araba olmayınca pazara gitmek zor. Giderken neyse de dönüşte elimde torbalarla dolmuşa binmeyi gözüm yemiyor.

Adı, Güzelyah Pazarı. Ama, Güzelyalı ile ilgisi kalmadı. Ta Üçkuyular’da…

Eskiden Güzelyalı Parkı’nın çevresinde kurulurdu. Yürüyerek gidilir, yürüyerek dönülürdü, kolayca.

O günlerde zaten, otomobili olan pek azdı ve otomobilliler, mevyelerini-sebzelerini pazardan almazdı pek.

Dolaşmaktan yoruldunuzmuydu, Park’ta oturur, soluklanırdım biraz.

Sadece mevsiminde satılan, hormonsuz, koca koca domatesler gözümün önünden gitmiyor. Beşer kilo, beşer kilo alınırdı..

Güzelyalı Pazarı, sonradan Göztepe Stadı yanma taşındı.

Arabalılar çoğalmıştı ama, yine de park yeri bulmak kolaydı.

Güzelyalı dışına çıkarılmıştı ama, uzak sayılmazdı.

Zamanla oraya da alıştık. Hangi meyve-sebze pazarın neresindedir, zeytin-peynir nerededir, belledik. Fiyatlar girişte yüksek, sonlara doğru düşük olurdu.

En çok balık satılan bölümü severdim. Alamasan bile, şöyle bir dolaşmadan edemezdim. Mevsimine göre; çeşit-çeşit balık bulunurdu. Ucuz bir besin sayılırdı o günlerde balık. Lüfer, levrek bile alınabilirdi. Şimdilerde, pazar yerinin balık tezgahlarında, sardalya ile dondurulmuş Norveç uskumrusundan başka balık görünmüyor.

Güzelyalı Pazarı, artık Güzelyalı Pazarı sayılmaz.

Üstelik yeri de iyi seçilmemiş. Çarşamba pazarı neyse de pazar günleri ulaşım bir dert. Yarımadadan dönen yazlıkçılar ile pazarcıların araçları, birbirine giriyor. O kargaşada araba kullanmak cambazlık.

Yayaların, karşıdan karşıya geçmesi ise, bir serüven.

Son gidişimde, pazarın girişi, bir Beşiktaş-Galatasaray maçı bitimindeki İnönü Stadı önünden farksızdı.

İnsanların büyük bölümü, malların ucuzladığı akşam saatlerini seçiyor, alışveriş için.

Haksız da değiller hani. Artık, üç-beş yüz liralık fiyat farkının bile önemi büyük, geçinebilmek için.

Pazarın içinde yürümek, büyük sorun. Reyon araları dar tutulmuş. Yolların kesiştiği noktalarda insanlar yumak oluyor, el arabaları birbirine giriyor.

Geçenlerde, komşularımızdan bir hanım, bacağını kırdı pazarda.

Bereket, arka taraftan, Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’na bağlantı yapıldı da araç çıkışı rahatladı biraz. Ben, bu pazara alışamadım.

Neyin, nerede satıldığını belleyemedim bir türlü. Neresi pahalı neresi ucuz öğrenemedim.

Güzelyalı’da oturanlar, Güzelyalı’ya pazar yeri istiyorlar.

Pazarlarını geri istiyorlar.

Şimdikinin adı, Fahrettin Altay Pazarı olsun..

Cumhuriyet 13 Mart 1991

Yaya Geçitleri

İzmir’de yayalar için, en tehlikeli yerler yaya geçitleridir. Yaya geçidi dışında, ezilmemek için önlem alırsınız da geçitte, yeşil ışığa güvenirsiniz. İşte o zaman vay halinize. Ben bu güven duygusunun cezasını, hem de bir-kaç kez, canımla ödemekten zor kurtuldum. Lütfen, trafiğin yoğun olduğu gün ve saatlerde, Göztepe girişindeki trafik lambalarını biraz seyredin. Kırmızı ışıkta durduğu için kaç aracın, arkadan şiddetli darbe almak suretiyle cezalandırıldığını, gözlerinizle görmek için fazla beklemeyeceksiniz.

Bütün uygar ülkelerde sarı ışık “lütfen yavaşlayın, kırmızı ışık geliyor” anlamında algılanır. Biz de ise, “kırmızı ışık geliyor, gazı kökleyin” demektir. Büyük çoğunluk zaten sarıdan kırmızıya geçerken değil, resmen kırmızı yanarken, fütursuzca basar geçer. Bunların çoğu, özellikle de kamyon kullananları, tam lombrozzo tipleri. Ama kimilerinin altında, son model Mercedes var. Kır saçlı, efendi yüzlü. Belli ki; okumuş yazmış adam. Siyasi durumumuzu değerlendirirken, ikide-bir “Biz adam olmayız kardeşim!” demiş gibi bir hali var. Haydi ordan maganda sen de.

Çinli’nin birini, trenin yararına inandırmak için vakti zamanında; “Bir haftada gittiğin yere, trenle bir günde gideceksin” demişler. İşte yanıt: “Peki ben geri kalan altı günde, ne yapacağım?” Acaba bizim kırmızı ışık magandası, kazandığı beş dakikada ne yapıyor. Dostoyevski okuyor, herhalde.

Muğla’da yaşadığım günlerde, Muğla-Akyaka arasında sıkça araba kullandım. Çılgınca kullandığımda kazanabildiğim süre, en çok on dakika olmuştu.

Bu kadar çok magandanın araç kullandığı ortamda bence yaya geçitleri, alt veyü üst geçit biçiminde olmalı. Gerçi, üst geçitin hemen yanı başında, üstelik orta refüjdeki yüksek demir parmaklıklardan atlayarak karşıya geçmeyi yeğleyen pek çok hemşerimiz var ama, biz yine de kullanmak isteyenler için yapalım. Alt geçitlerin, tehlikeli birer serseri yatağı olacağı da düşünülebilir ve önlem alınmazsa bu görüş doğrudur da. Konak vapur iskelesi önündeki öyle oldu mu?

Yanlış yerlere yapılan, çirkin üst geçitlerin, kentimizi çirkinleştirme olasılığı da vardır. Biz de doğru yerlere, güzellerini yapalım. Cami Sokağı diye bilinen, Güzelyalı’nın 56. sokağı üzerinde ana okulu, ilkokul ve lise var. Üstelik bu sokak, İnönü Caddesi ile Mithatpaşa Caddesi arasındaki en önemli bağlantı yolu. Hergün binlerce çocuk bu sokağa girip çıkabilmek için İnönü Caddesini geçiyor. Geçtikleri nokta, Hıfzısıhha kavşağı. Yani, Amerikan Koleji önünden gelen yokuşun devamı. Freni patlayan bir araç, o da orta refüjdeki demir parmaklıklara yaslana yaslana ancak yüz metre ötede durabilir. Nitekim, bir belediye otobüsü, ölümlü bir kaza yapmıştı…

56 Sokağın ağzına, okullar açılmadan bir üst geçit gerek.

Güzelyalı üst geçidi hem güzel oluyor hem de büyük yarar sağlayacak. Kopmuş olan halk, deniz bağlantısı yeniden sağlanacak. Arabalı vapur yolcu sayısında bile patlama olur sanıyorum.

Vapur iskelesi de bir an önce yapılsa da çayımı yudumlaya yudumlaya, Karşıyaka’ya gidip dönsem, sırf keyif için…

Gazete Ege, 25 Ağustos 1997