Alsancak’ta doğmuşum. Yürümeyi ve konuşmayı Alsancak’ta öğrendim. Yüzmeyi, balık tutmayı öğrendiğim yer de orasıdır.

1940’lı yıllarda, özellikle Fransız Hastanesi ve Kahramanlar yöresinde, İzmir’in kurtuluş gününden kalma pek çok yangın yeri vardı. Hazine bulacağımız umuduyla kazılar yapar, bazen gerçekten de kristal avize parçaları da bulurduk.

Buğday silosundaki büyük yangını ve bazı tütün depolarının yanışını seyrettim.

Bu yüzden olsa gerek, Alsancak bugün bile bende yangın çağrışımı yapıyor.

Benim çocukluğumda Alsancak sokakları, evlerin içi, hep tütün kokardı. Akşamüstleri, tütün depolarının arasında pazar kurulurdu. Başları yemenili, tütün kokan kızlar, kadınlar alış-veriş yapardı.

Sanırım mahallemizdeki radyo sayısı iki-üçten fazla değildi. Zeki Müren’in ilk radyo programını komşumuzun radyosundan dinlediğimizi anımsıyorum.

O günlerde, sobalı ev gördüğümü sanmıyorum. Hava kararmaya başladı mı, sokaklarda mangallar yakılmaya başlardı. Mangal kömürünün çıtırdayarak yanışı ve havada kıvılcımların, ateş böcekleri gibi uçuşması dün gibi gözümün önünde…

İşlemeli, antika konsolun üstündeki gaz lambası ışığında, Hazreti Ali Cenkleri’ni okur, mangalın külüne gömdüğüm patatesin pişmesini beklerdim.

Yaz gecelerinde, mahallemizin belalısı Çingene Ali’nin uydurduğu Cingöz Recai hikalerini dinler, ardından yalınayak koşturmaca veya saklambaç oynardık. Bütün sokaklar parke taşıyla kaplıydı ve yağmurda ortalığı sel götürmezdi.

Oynadığımız her oyunun bir mevsimi vardı. Hangi oyunun mevsimi ise ancak o oyun oynanırdı. Çelik-çomak mevsimi, bilye mevsimi, gazoz kapağı ve sigara kapağı mevsimi…

Şimdi İzmir’in sokaklarında çelik-çomak oynandığını, gazoz kapağı oynandığını hiç görmüyorum. Güzelim çocuk oyunları da tıpkı erik ağaçları, akasyalar gibi, İzmir’in sokaklarını terketti gitti.

Şimdi Körfez’in en ölü yeri Melez çayı ağzı…

Çocukluğumda Melez ağzındaki sazların arasında oynar, denizin dibindeki balıkları izlerdik.

Yüzmeyi, Alsancak limanı ile Melez çayı arasındaki sahilde öğrendim. Oraya bir de isim takmıştık: Küçük Deniz!..

Küçük Deniz’in suları masmavi, dibindeki kum pırıl pırıldı. Yunus balıkları bazen yakınımıza kadar sokulurdu.

Altay Lokali civarında balık avlardık. El kadar lidakiler, ondan biraz küçük isparozlar akın akın gelirdi…

Palmiye yapraklarını ip gibi yırtar, on-onbeş isparoz ve lidakiyi solungaçlarından bu ipe taktıktan sonra sallaya sallaya eve götürürdük.

Alsancak Karakolu karşısındaki tenis kortundan futbol arkadaşım “Balıkçı Osman’ın” babası bizi sandalına aldı mı, avımız hem daha iri, hem de bereketli olurdu…

Düşünüyorum da, bir insan ömründen daha kısa bir sürede, güzel İzmir’i nasıl bu hale getirdik, koca bir Körfez’i nasıl öldürdük, inanamıyorum.

Cumhuriyet, 9 Aralık 1989;
Gazete Ege, 5 Mayıs 1997