Skip to main content

Satılan Mal Geri Alınır

Alsancak’ta, araba altında kaldığımda, beş yaşlarında olmalıyım…

Dört atın çektiği, meyan kökü taşıyan, kocaman bir araba. Atlar sakındılar, çiğnemediler, tekerlekler de üstümden geçmedi; komşular durdurmuş arabacıyı…

Çamaşır sodası ve çivit almaya gidiyordum: Anneannemin sözünü dinlemeyip salı günü çamaşır yıkamaya kalkmıştı annem. Sah günü çamaşır yıkarsan, işte böyle olur.

Bir daha salı günleri çamaşır yıkamadı annem…

Ölümden döndüğüm, o gün bakkala ilk kez gitmekteydim ve ben bugün, beni altına alan arabadan çok, yine de gittiğim, bakkal dükkanını anımsamaktaydım; İçinde, yok-yok, karman-çorman, loş bir dükkan.

Gözüm alıştığında, ilk gördüğüm bir poster olmuştu: Yanyana iki adam resmi, biri ense kulak yerinde, şişman; diğeri ise sanki verem hastası, kapısı açık kasasının içinde fareler cirit atıyor. Kasasından para taşan şişmanın tanıtım yazısı; “Peşin Satan”.

Diğerinin üzerinde ise; elbette şöyle yazıyor: “Veresiye Satan”…

Başka bir duvardaki tablo üzerinde ise, “Satılan Mal Geri Alınmaz” yazılmış, özene bezene.

Beş yaşında iken, bu tür büyük harfle yazılmış yazıları, sökmeye başlamıştım ve yollarda gördüğüm tüm yazıları da okumaya çalışırdım. Sanki bir mani…

Sonraları, o dükkana çokça gittim; anason şekeri ve meyan balı olmak için. Tabii hep peşin parayla.
“Veresiye Satan – Peşin Satan” tabloları ortalıktan kalkalı çok oldu. Şimdilerde, kitaplar bile taksitle satılıyor. Kasa doldurmanın yolu taksitli satışlardan geçiyor. Mümkün müdür, buzdopları, bulaşık makinaları, TV’leri peşin satmak? Pre-kapitalizm’in tutucu sloganı, çağdaş kapitalizmin kampanyalarına yenildi.

İyi de oldu elbette…

Pre Kapitalizm’in öteki tutucu sloganı, “Satılan Mal Geri Alınmaz” kimi iş yerlerinde hala baş köşede, çoğu iş yerinde ise yazılmasa da uygulama, bu yönde…

Oysaki adı üzerinde tutucu bir slogan. Güvence sağlamıyor ama gelişmeyi engelliyor. çağdaş kapitalizm, sattığı malı geri aldıkça batmıyor, gelişiyor tam tersine…

Ülkemizde de sonunda, tüketici hakları, önemli ölçüde, güvence altına alındı. Uygulama Eylül’de başlayacak.

Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, tek cümle ile özetlemek gerekirse, “satılan mal geri alınmaz” devrini kapatıp, “satılan mal geri alınır” devrini başlatıyor.

Kimi iş-insanı arkadaşım korkuya kapılmış ve soruyor: “Peki bizi kim koruyacak, kimi kötü niyetli tüketiciye karşı?

Geçen gün bir kadına ayakkabı satmıştım, tam beş kez değiştirdi.”

Oysa ki bizim Yasa’mız, nedensiz değişikliğe izin vermiyor. “Ayıplı mal” kavramı geliştirilmiş ve sağlam diye sattığınız mal, kusurlu ise arızalı ise değiştireceksiniz.

Üstelik, değiştirme aşamasına kadar yapılacak işler de var, onarabilirsiniz örneğin. Ayıplı malınızı, ayıplı olduğunu açıkça belirterek de satabilirsiniz ayrıca.

Bir de benim bildiğim gerçek demokrasilerde, güçsüzler korunur yasalarla. Zaten güçlü olanı, güçsüze karşı bir de yasa ile korumanın anlamı ne?

Tüketici bilinçlenmezse, tüketici örgütlenmezse, en iyi yasalar bile işe yaramaz. Yasa’mız, örgütlenmeyi özendiriyor. Biz görevliler de üreticiyi bilinçlendirme yolunda, elimizden geleni yapmaktayız…

Ben çocukluk anılarımı çok severim. Pek iyi olmayanlarını bile….

Ama ben, şişman adam-zayıf adam posterlerini yitirmiş olduğumuz için üzülmüyorum.

Eylül’de bir anım daha yok olacak.

Eylül’den itibaren artık Türkiye’de, satılan mal, geri alınacak…

Yeni Asır, 14.7.1995

Şirketler, Daha Az Vergi Vermek İçin Kuruluyor

Sanayi ve Ticaret İl Müdürü Erdinç Gönenç, varolan sanayi bölgelerinin dışında artık İzmir’de sanayiinin kurulmasına karşı. İzmir ve çevresinde çok güzel tarım ürünleri yetiştiğine dikkat çeken Gönenç, daha fazla sanayileşmenin tarımı ve doğa yapısını gerileteceği inancında.

-Sayın Gönenç, İzmir’e bir türlü gelemeyen doğalgaz hakkındaki görüşleriniz nelerdir?

Bunu sadece doğalgaz olarak düşünmek yanlış, bana kalırsa İzmir ekonomi ve ticari alanda hakettiğinin çok gerisinde kalmış durumda. İzmir’in bugüne kadar ihmal edildiğini söylemek yanlış olmaz. Yalnız son zamanlarda İzmirli yeni bir anlayış geliştirdi, “devletten bir beklentimiz yok, biz kendi işimizi kendimiz yaparız” diye düşünülüyor. Aslında doğalgazın çok önceden İzmir’e gelmesi gerekiyordu. Yatırım programlarında da doğalgazın İzmir’e getirilmesi ile ilgili herhangi bir program yok. İzmirli işadamları bu konuya el attılar ve bunun için çalışmalar başladı. Doğalgazın İzmir’e gelmesiyle elektrik açığının kapanacağına da inanıyorum.

-İzmir ekonomisinin daha iyi yere gelmesi için sizce neler yapılması gerekir?

Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü olarak, çevreyi koruyarak sanayileşme politikasını güdüyoruz. Ben, 6 yıldır İzmir’de görev yapıyorum. Bu süre içinde sanayi bölgeleri dışında tek bir fabrika kuruluşuna izin vermedim. Dolayısıyla, organize sanayi bölgelerinin ve küçük sanayi sitelerinin kuruluşunu destekliyoruz, organize sanayi bölgeleri yanında uydu kentler gibi bir model düşünüyoruz. Şu anda çalışmaları devam eden organize sanayi bölgelerinin dışında bulunan Aliağa ve Torbalı gibi organize sanayi bölgeleri de hayata geçirilmeli. Yalnız ben bu çalışmalar tamamlandıktan sonra İzmir’de artık sanayi kurulmasına taraftar değilim. Çünkü, İzmir’in doğası çok zengin, tarım da çok güzel ürünler yetişiyor. Daha fazla sanayileşme tarımı ve doğa yapısını gerilecektir. Dolayısıyla İzmir’i sanayi kenti olmaktan çok, kültür, sanat, turizm, tarım ve kongreler şehri yapmak gerekiyor.

-Geçtiğimiz yıl İzmir’de kaç şirket kuruldu ya da kapandı?

Geçtiğimiz yıl, il içerisinde 116 anonim şirket kuruldu. 1490 anonim şirkette sermaye arttırımında bulundu. Yıl sonu itibarıyla çalışmalarına devam eden anonim şirket sayısı 5190. Bunlardan 460 tanesi tasviye, 25 tanesi iflas halinde bulunmakta, 8 tanesinin ise, yıl içinde tasviyesi tamamlanarak kaydı silinmiştir. Yine geçtiğimiz yıl, 5454 adet limited şirket kuruldu. Rakamlar kurulan şirket sayısının arttığını gösteriyor. Bu da ekonomide canlılık demektir. Ancak, kurulan bu şirketlerin tümü için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Bu şirketlerin önemli bir bölümü maalesef daha az vergi ödemek için kuruluyor. Böylelikle gelir vergisinden kaçmaya çalışıyorlar.

-Ülkedeki gelir dağılımındaki adaletsizliği önlemek için nelerin yapılması gerekiyor?

Bence, Türkiye’deki en büyük sorun istihdam sorunu. Türkiye, nüfusu hızla artan ülkelerden birisi. Dolayısıyla, çalışabilir nüfus sayısı da artıyor, öte yandan teknolojik gelişmede, daha az emek kullanılırlığı içeren şekilde gelişiyor. Yani, teknolojik gelişme ile nüfus artışı arasında çözümü son derece zor olan bir çelişki var. Yeni teknolojilere “hayır” diyemezsiniz, o zaman, uluslararası rekabette çok geri kalırsınız. Bu çelişkiyi çözemediğiniz zaman da işsizlik ortaya çıkıyor. Dolayısıyla, gelir dağılımındaki bozukluğu ortadan kaldırmanın temel yolu, insanlara iş sahası yaratmaktır. Burada devletin devreye girmesi gerekiyor. Ben de devletin ekonomiden elini eteğini çekmesi, özelleştirmenin yapılması görüşlerini elbette benimsiyorum. Ama, devlet, işsizliğe çözüm bulmak, özel sektörün yatırım yapmaktan kaçındığı doğudaki kalkınma sorununu çözmek için ister istemez ekonominin içine girecektir. O zaman yapılması gerekli olan iş, ileri teknoloji kullanımını gerektirmeyen bir takım yatırımları devlet eliyle yapmaktır.

-Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü olarak, tüketicinin korunmasına yönelik çalışmalarınız var mı?

Biz, tüketicinin korunmasına büyük önem veriyoruz. Türkiye’de piyasa ekonomisi uygulamaya çalışıyoruz, serbest ekonomi, liberal ekonomi dediğimiz ekonomiyi uygulamaya çalışıyoruz. Bunun böyle olması doğal. Çünkü, demokrasinin ekonomik sistemi, serbest piyasa ekonomisidir. Planlı ekonomiyi bugün, küçük ve kapalı ekonomi modeli olduğu için uygulamak mümkün değil. Ama globalleşme olgusu ortaya çıktı ve Türkiye’deki şirketlerin çoğu çok uluslu hale geldi. Eğer, planlama düşünülecekse, bütün dünya ekonomisini aynı anda planlamak lazım. Tek bir ülkenin planlı ekonomide kalması mümkün değil, zaten bu model de totaliter rejimlerin ekonomisi haline geldi. Ama, serbest piyasa ekonomisini uygulayabilmek için üç maddeyi kurmak gerekir. Bunlar; tüketicinin korunması, rekabet ve çevredir. Bu üç maddeyi korumadığınız halde, ben piyasa ekonomisi uyguluyorum diye ortaya çıkarsanız, onun adı vahşi kapitalizm olur. Dolayısıyla, üç unsurun korunmasına İl Müdürlüğü ve bakanlık olarak çok büyük özen gösteriyoruz.

İzmir 2000 Dergisi, 1 Nisan 1998

Tüpler Patlamasın

Günümüz Türkiye’sinde egemen ideoloji, özelleştirme. Karşıt görüşlerin esamesi okunmuyor. Kapitalizmin ulaştığı düzeyin doğal bir sonucu bu. Artık özel sektör, KİT desteği olmaksızın da ayakta durabileceğine inanıyor ve de ülkeyi yönetmeye talip oluyor.

Bana memuriyeti “kara maliyeciler” öğretti. Devletin bir kuruşunun bile üzerine titrerlerdi. Yine de ben, özelleştirmeye, karşı çıkmıyorum, akıntıya karşı kürek çekilmez.

Eğer devlet, küçülerek etkinleşecekse, eğer serbest piyasa ekonomisi, eğer gerçekten liberal ekonomi ve tam demokrasi gelecekse, özelleştirmeye karşı çıkmak niye?

Peki ya gelmezse?

Acaba bu yaz, Çeşme yolunda hileli benzinden ötürü bozulmayan kaç araç vardır.

LPG (likit petrol gazı) fiyatı 155 bin lira oldu. Gazetelerde, gün geçmiyor ki tüpgaz patlaması, tüp gaz zehirlenmesi haberi okumayalım. Eğer kaçak doldurulmuşsa tüp parasını ödediğin şey, tüp değil belki de ölümdür.

Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında, üç önemli beyaz vardır. Un, şeker, tuz. bir de gazyağı. Üzerinde deniz kabuğu amblemi bulunan gaz tenekeleri, öylesine yaygın kullanılırdı ki, o dönemi “teneke uygarlığı” diye adlandıranlar bile çıktı. Gazyağı çabuk parlamaz. Bu yüzden lamba ve sobalarda güvenle kullanılır. Benim çocukluğumda da alsancak’ta bile çokça kullanılırdı. Elektrik pek yoktu. Annenannemde kaldığımda, gaz lambası ışığında ders çalışırdım. Gaz sobası yoktu. Mangalla ısınırdık. Şimdilerde Egemenliği tüpgaz sobalarına kaptırsa da çokça kullanılırdı gaz sobaları.

Eğer gaz sobası kullanıyorsanız aman dikkat ediniz aldığınız gazyağma. Eğer birileri, solvent karıştırmışsa, artık sobanız bir bombadır. Her an patlamaya hazırdır. Solvent, boya ve kimya sanayinde çok kullanılan bir kısım petrol ürünlerinin genel adıdır. Ucuz üründür. Ama gaz yağının aksine çok çabuk parlayıcıdır. Ne yazık ki, sonucunu bile bile benzine de gazyağma karıştıranlar var. Epeyce yakaladık da…

Bereket ki Diyarbakır’da müteahhitin binası beşinci katı çıkarken çöküyor. Ya içinde insan olsaydı…

Sık sık yangın çıkaran elektrik kabloları, mürekkebi dağıtan okul defterleri. Siz hiç asansörde kaldınız mı? Aldığınız ekmek gerçekten 300 gram mıdır?

Bugünlerde apartman fuel-oil alacaksanız. Dikkat edin. İzmir sokakları pompasını size biraz yakıt biraz da hava satmaya ayarlamış tankerlerle doludur. Biz bunlarla boğuşuyoruz elbette. Savcılıklara verdiğimizin sayısını hatırlayamam. Kaçak tüp dolumunu İzmir’de engelledik. Ama Manisa’dan Antalya’dan diğer illerden geliyor.

Özelleştirme serbest piyasa ekonomisini, liberalizmi getirecekse tek başına hoş geldi, başımızın üzerinde yeri var.

Peki ya tüketicinin korunması, rekabetin korunması, tekellerin, kartellerin kırılması?..

Tüketicinin korunması ile rekabetin korunması, bence eş anlamlı. Tüketicinin çıkarı için, standartma uygun üretim yapanın kuşkusuz maliyeti daha yüksektir. Eğer, korumazsanız, üç kağıtçının düşük maliyetine yenilir. Kötü mal, iyi malı kovar piyasadan ve sonunda kaybeden tüketici olur.

Bir de işin çevre boyutu var. Kazlıçeşme dericilerinin bir bölümü şimdi Tuzla’da. Çevreyi kirletmiyorlar ama arıtmadan ötürü ek maliyetleri var. Bir kısmı Sakarya kıyılarında. Ek maliyet sıfır. Peki ya Sakarya’nın maliyeti.

Ah ey güzelim İzmir Körfezi, İzmit Körfezi kıyısındaki güzelim kiraz bahçeleri, çilek tarlaları. Bursa ovasının şeftali bahçeleri, ne de çok özledim sizleri…

Eğer tüketici hakları korunmazsa, eğer rekabet korunmazsa, özelleştirmeyle gelecek olan -korkarım ki- liberalizm olmaz. Olsa olsa “vahşi kapitalizm” olur.

Özelleştirme olsun olmasına da.

Gaz sobaları parlamasın, tüpler de patlamasın…

Hürriyet 7 Aralık 1994