Skip to main content

Çocukluğumun Karşıyaka’sı

İlkokul birinci sınıfı Karşıyaka’da Türk Birliği İlkokulu’nda, ortaokulun tamamını Karşıyaka Ortakoulu’nda okudum. O yıllar, hayatımın en güzel dönemlerinden biridir. Geceleri uyku tutmadığında güzel şeyler düşlemek istersem, o günleri anımsarım.

Yer yüzünde Karşıyaka’dan güzel bir kent olamayacağını sanırdım. Babam, Diyarbakır’a atandığında Karşıkaya’dan ayrılmaktan duyduğum üzüntüyü, bugün bile unutamadım.

Yanlış anımsamıyorsam tüm kordonda tek bir apartman vardı. Bugün anıtın bulunduğu noktada, ama deniz doldurulmadığı için çok daha içeride “Benzinci lbrahim”in istasyonunun bulunduğu yerden itibaren Alaybey tarafında evler yine bitişik nizam yapılmıştı ama çok üç katlıydılar. Arka taraflarında ise erik ağaçlarının, kayısı ağaçlarının bulunduğu güzelim bahçeler vardı.

Rüzgarlı havalarda dalgalar evlerin kapılarına kadar vururdu.

Sahilin diğer kesiminde ise, Iskele’nin karşısındaki ufak bölüm hariç, Bostanlı’nın sonuna kadar, evler-köşkler hep bahçe içindeydi.

Alsancak’tan vapurla gelirken, o bahçelerdeki palmiye ve hurma ağaçlarını, ağır ağır dönen yel değirmenleri seyretmeye bayılırdım. İskelenin her iki tarafından denizin dibi, tamamen incecik bir kumla kaplıydı.

23 Nisan’da veya en geç 1 Mayıs’ta deniz mevsimini oradan denize girerek açardık.

Deniz öylesine temiz ve beraktı ki; balık yemi olarak kullandığımız sülünezlerin yuvalarını rahatlıkla görebilir ve parmağımızı kuma daldırdığımız gibi sülünezi çeker alırdık…

Susadık mı; susuzluğumuzu iskele önündeki çeşmeden kana kana Yamanlar suyu içerek giderirdik. Çeşme’nin önünde, karşı tarafta oturan subayların emirerleri, ellerinde testilerle kuyruk oluştururdu.

Sahil boyunca kayıklar, narin yapılı şarpiler demirliydi.

Özellikle İskele-Bostanlı arasında, denize girmek veya tekneye binmek için yapılmış küçük iskeleler vardı. Bunların her birine kendimizce isimler takmıştık; küçük deniz, beyaz deniz gibi…

Yüzmek için bunlardan hergün bir başkasına gider ve sanki her birinde farklı özellikler bulurduk.

Sahil boyunca genç kızlar, kadınlar mayoları ile çekinmeden denize girer, kıyıda sere serpe güneşlenirlerdi.

Yaz boyunca bütün gün mayo ile gezer, denize girer girer çıkardık.

Acıktık mıydı da bir somun sıcak ekmeği, nar gibi kırmızı kocaman bir domatesle ve bir parça tulum peyniri ile yerdik.

Sabahları balıkçılar, yayvan sepetlerinde üzerine ıslak çuval parçaları örttükleri kocaman çipuraları satarlardı.

Onlarla aynı saatlerde sokak satıcıları, “buz gibi bardacık” diye bağırarak dolaşırlardı.

İç sokaklardaki evlerin çoğu bahçe içindeydi. Kendi bahçelerinde üç-dört çeşit erik bulunan çocuklar bile, erik hırsızlığı yapmaya bayılırdı.

Sıcak öğle saatlerinde sokaklar bomboş olur, kumru sesinden başka ses duyulmazdı. Yusufçuk, yusuf, yusufçuk…

Bazı geceler düşümde, o eski Karşıyaka yaşıyor. Çarşı içinde “Karakulak” ın dükkanına giderek, günlüğü yirmibeş kuruşa “Pardayanlar”ın altıncı cildini kiralıyorum.

Cumhuriyet, 14 Aralık 1989;
Gazete Ege, 19 Mayıs 1997

Güzelyalı’dan Vapura Binmek

Elli yedi yıllık yaşantımda ilk kez, Güzelyalı’dan Karşıyaka’ya vapur ile gittim.

Kısa bir süre pazar günü yürüyüşü için sahile çıkmıştık ve Levent Heykeli’ne kadar yürüyüp dönecektik. Aklımızda ne Karşıyaka vardı ne de vapur. Yeni yapılan üst-geçite yaklaşırken, birden iskeledeki vapuru (deniz otobüsü de diyorlar) gördük. Denizi ve Karşıyaka’yı çok özlemiş olduğumuzu farkederek, iskeleye yöneldik. Üst geçit olmasa, otoyolda ezilmek hem de yaya geçidinde ezilmek korkusuyla deniz kıyısına geçemezdik.

Doğrusu ya, iskele güzel bir yapı değil. Kışın neyse de ya-zın o cam kubbenin, Fin hamamından bile sıcak olacağına kuşkum yok. Ancak vapur ucuz. Elli binliraya iki bilet aldık ve saat 16.00 vapuruna bindik.

Hava kapalı ama sıcaktı. Bu nedenle görüşü kısıtlı ve sigara yasaklı alt kat salonu yerine üstteki açık bölüme oturduk. Artık, yürürken sigara içmiyorum ve bu yüzden oturur oturmaz, bir tane tüttürmeye başladım. Çay ve sigara birlikte çok iyi gider ama çayımızı az önce içmiştik. Yoksa vapurda sıcaksoğuk her türlü meşrubat var. Otobüslerde de var mı?

Vapur zamanında kalktı. O da hoşuma gitti. Uzunca bir aradan sonra, denizi olan bir kentte yaşadığımızı hatırladık. İyot ve yosun kokusunu özlemişiz. Ben; kıyıdan başlayıp birdenbire paralel yükselen, gri beton duvarlar yerine, biraz Susuz Dede Tepesi’ne ve daha çok Çatalkaya ile Büyük Yamanlar tepelerindeki yok etmeyi henüz başaramadığımız ormancıkları seyretmeyi yeğledim. Çamur renkli denize bakmak da içimden gelmedi.

Geçmişteki Vapur Yolculukları

Birden çok da uzak olmayan geçmişteki vapur yolculuklarımı anımsadım. Çoğu kez, hemen girişte, vapurun iki tarafında da bulunan sıralara oturur ve denize çok yakın olurdum. Bazen köpükler üzerime sıçrardı ve ben mikrop kapacağımdan korkmazdım. Denizin rengi, Foça’nınki gibi cam göbeği değil, kopkoyu lacivertti. Az ötede yunuslar (polis değil, memeli balık) bizimle yarışa girişir ve yarışı kazanırdı. Kordon’daki sakız biçimi bembeyaz evlerden, palmiyelerden uzaklaştıkça, Karşıyaka yalısının, ağaçlar, yel değirmenleri arasındaki köşklerine yaklaşırdık…

Neyse, Karşıyaka’ya, yirmibeş dakikada ulaştık. Vapur pek hızlı değil ama amaç gezi olursa daha iyi. Zaten otobüsle, bir saatte ancak gidersiniz. İskele civarında biraz turlayıp 17.00 vapuruyla geri döndük. Böylece bizim yürüyüş menzili, Karşıyaka’ya kadar uzamış oldu.

Dikkat ettim, hem gidişte hem de dönüşte, zarar ettirmeyecek sayıda yolcu vardı. Demek ki, bu hat kapanmayacak. Üstelik iyi duyurulmadı. Bileni çok az. Bir de yazın, Bulvar’ın Güzelyalı kesimi, özellikle gençlerle, tıklım tıklımdır. Gece saatlerine de vapur konulursa, yüzlercesinin, gitarları ile karşıya gidip geleceğinden hiç kuşkum yok. Zaten ben de Metin Dikenelli’nin evine, vapurla gidip vapurla dönerim.

Güzelyalı vapuru yaşayacak. Şimdi sıra, Narlıdere, İnciraltı ve Bayraklı iskelelerinde…

Gazete Ege, 19 Ocak 1998

Bahar

Erikler çiçek açtı…

Sokak aralarındaki tek tük ağaçta, görüyorum.

Bu kadarcık bahar dalı bile, coşku duymaya yetiyor.

Çağla çıkalı epey oldu.

İzmirime bahar geldi.

Gökyüzü pırıl pırıl ve de gündüzleri hava, yeterince sıcak.

Dibi görünmeye başlayan barajlar, kaygı verse de güneşli günler güzel.

Bugünlerde, körfez vapuruna binip, açık güvertede çay içmeli. Gerçi deniz bulanık ve kötü kokuyor. Ama olsun; ben de denize değil, gökyüzüne bakarım. Uzaklara, Yamanlar’a ya da Çatalkaya’ya bakarım.

Bakar da çocukluğumun körfezini düşlerim. Belki de, Karşıyaka yalısının, yok olmuş palmiyelerini, yel değirmenlerini, görür gibi olurum.

Sonra bir de kalkıp fuara gitmeli.

Ben, ilk baharda severim fuarı, tenhayken. Hele bir de yağmur sonrasıysa ve güneş de açmışsa…

O zaman çimenler daha bir yeşildir. Ortalık mis gibi ıslak toprak kokmaktadır.

Yapraklardan, dalların ucundan, düşmeye hazırlanan su damlacıkları, güneşte parıldamaktadır…

Fuarın yeşil alanı, son yıllarda epey azaldı. Çirkin yapılar ise çoğaldı. Ama yine de İzmir’in akciğeri. Kent içinde daha büyük yeşil alan yok.

Yangın yerini yeşile döndüren Behçet Uz’u, saygıyla anmak gerek…

Yeşil özlemi ile Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’na çıkıyorum. Hayret, bazı yerlerde denizin dibi görünüyor.

Göztepe’de otlar büyümüş. Uzaktan bakınca, gri beton duvarda, küçük yeşil bir pencere açılmış gibi. Yaz gelip otlar kuruyunca, o küçük pencerede kapanacak.

Sahip Bulvarı’na da epey ağaç dikilmiş. Ama şimdilik yeşillik cüce.

Elbirliği ile koruyup kollarsak ağaçlar beş-altı yılda büyür, İzmir’in yeşili de epey çoğalır.

İzmir’in ilkbaharı kısadır. Yaz yakında gelir.

Diyorum ki, ilkbaharı yaşamanın tam zamanı.

“Bahçesinde ebruli hanımeli açan” minnacık bir evim olsa. Renk renk açan sardunyalarım ve ille de bir de yasemin.
Sabah, çayım elimde, bahçeye çıksam. Bir yasemini koklasam, bir hanımelini…

Cumhuriyet, 22 Mart 1990