Skip to main content

Bunlar da Trafik Magandası Türleri

Yanılmıyorsam Henry Ford, yılda 1000 araç üretebileceğini ilk açıkladığında gazetecinin biri gırgır geçmiş: “Diyelim ki bu olanaksız işi başardı. Peki ama her yıl 1000 makinisti nereden bulacak?”

Gemileri kaptan, trenleri makinist kullandığına göre otomobil için de makinist gerekir diye düşünmüş haklı olarak. Üstelik gemiler, kocaman denizlerde bazen günlerce bir başka gemiye rastlamadan yol alırlar. Trenlerin ise raylarla belirlenmiş yolları üzerinde hatalı sollama yapma olanağı yoktur. Bir anlamda onları kullanmak, daracık yollarda yüzlercesi bir arada giden otomobilleri kullanmaktan daha az dikkat ve beceri gerektirir yani.

Oysa ki, sadece Türkiye yollarında bile şu anda bir kısmı ehliyetsiz, bir kısmı aşırı alkollü yüzbinlerce “makinist”, araç kullanıyor. Ehliyetsiz veya aşırı alkollüleri ben, magandadan saymıyorum. Onlar, cinayete tam teşebbüs halindeler. Benim, hergün yüzlercesini gördüğüm magandalarımın ehliyeti var ve alkollü de değiller. Üstelik bir çoğu, Mercedes gibi lüks araçlar içindeler ve görünüşleri çok da kibar. Kimbilir, “Biz adam olmayız kardeşim” diye başlayan ne güzel ahlak ve fazilet nutukları atarlar.

Magandalar kaça ayrılır?

Ben onları, kimileri birkaç türe birden dahil de olsalar, şöyle sınıflıyorum:

1) Aşırı hız magandaları: En çok rastlanan maganda türlerinden olup gözleri hız sınırı levhalarını görmeye elverişli değildir. 140 km hızla giderken patlayacak bir lastiğin nasıl sonuçlar yaratacağını düşünemezler.

2) Gereksiz şerit değiştirme magandaları: Bu türün en çok rastlanan alt türü hatalı sollama yapanlarıdır. Genellikle, kendileriyle birlikte 5-10 kişinin ölümünü sağlarlar. Diğerlerine ise daha çok trafik sıkıştığında rastlanır. Bir metre öne geçebilmek için en sağdakinden soldakine şeritlerle gezinip dururlar ve trafiğin iyice içine ederler. Biraz önce sürtünürcesine sağlayıp önüne geçtikleri bir arabanın ilk kırmızı ışıkta yine önlerinde oluşunun nedenini bir türlü bulamazlar.

3) Kırmızı ışık magandaları: Yaya geçidi katilleri adını da verebileceğimiz bu türden ben çok korkarım. Canımı ellerinden bir kaç kez zor kurtardığımdan, artık Mustafa Kemal Sahil Bulvarı gibi otoyollardan hiç karşıya geçmiyorum.

4) Dönüş kavşağı magandaları: Bu türe daha çok Mustafa Kemal Sahil Bulvarı gibi aşırı hız yapılabilen yollarda sola, örneğin Konak’tan gelişte Vali Konağı veya Göztepe yönüne, dönüş için hazırlanmış bölümde rastlanıyor. Bu bölgelerdeki trafik ışıklarına 10-15 mt. kala sola dönüş şeritleri vardır. Eğer arkadan gelen trafiği aksatmadan dönmek isterseniz bu şeride girip yeşil ışığı beklersiniz. Siz beklersiniz de arkanızdaki açıkgöz bekler mi bakalım? Yine sizin sağınızdan sıyrılıp önünüze geçer ve kıçı bulvarın hız şeridi olan en sol şeride taşacak biçimde yönünü sola çevirip bekler. Arkadan bir hız magandasının 160 km ile gelebiliyor olması hiç umurunda değildir. Bugüne kadar her nasılsa hiç kaza olmadı ama dönüş karmaşası her akşam yaşanıyor.

5) Park yasağı magandaları: Bu türün içine araba kullandığım dönemlerde ben de dahil tüm sürücüler giriyor sanırım. Bu tür çarpık kentleşme ortamından ürüyorlar. O nedenle bu türü az maganda-çok maganda diye ikiye ayırmak gereğini duyuyorum. Az magandalar uzunca bir süre dolanıp yer bulamayınca deliye dönmüş bir durumda arabalarını (çekilmesini göze alıp) ilk buldukları boş yere bırakanlar. Gerçi bunlara, “Niye ille de arabalarınızla kent merkezine gidiyorsun” demek mümkündür. Tabii ki, sağlıklı bir toplu taşımacılık olduğunda.

Çok magandalar ise park yasağını başkalarına çok zarar vebilecek şekilde ihlal ederler. Örneğin itfaiye, cankurtaran çıkışlarını bile engelleyebilirler. Kapalı otopark önüne bile park ederler. Bunlardan bazıları, girişi zaten zor olan bir devlet dairesini giriş çıkışı tümüyle kapatacak biçimde park etmekteler ki, yapmasalar iyi olur.

Maganda sayısının türleri bunlardan ibaret değil tabii. Ama benim yerim sınırlı. Başka bir yazıda sizin bildireceklerinizi de yazmaya hazırım. Sizin de bir maganda olmamanız koşulu ile elbette!

Gazete Ege, 23 Şubat 1998

Ev Kadınları

Minibüslerin, kent merkezinden uzaklaştırılması, kuşkusuz iyi oldu. Daha geçenlerde, üç dakikalık Altınyol’u, yarım saatte zor geçebildim. Nedeni bir minibüsün yaptığı trafik kazası…

Yine de minibüslerin kalkmasından hoşnut olmayan bir kesim var: Ev kadınları. Orta yaşlı çalışmayan kadınlar, bebekli genç anneler, yürüme güçlüğü çeken yaşlı teyzeler-nineler. Onlar eskiden, Kemeraltı çarşısına, minibüste oturarak giderdi. Şimdilerde evden pek çıkmıyorlar. Kuşkum yok, Kemeraltı esnafının müşteri sayısı epey azalmıştır.

Güzelyalı (nedense Göztepe deniyor) vapuru, onların bir sorununa, bir ölçüde olsa, çözüm getirir diye düşünmüştüm. Ama vapur saatleri açıklanınca gördüm ki sadece çalışanlar düşünülmüş.

Ben her zaman, deniz ulaşımının geliştirilmesinden yana oldum. Bu yüzden Güzelyalı iskelesini ve üst geçidini, estetik tartışmasına bile girmeden destekliyorum. En azından Bayraklı’ya bir tane gerekir. Ancak sabahları Güzelyalı’dan Pasaport ve Karşıyaka’ya iki, akşam üstü Karşıyaka’dan aksi yönde bir seferin, trafiği nasıl rahatlatacağını da anlayabilmiş değilim. Üstelik küçücük vapurlarla…

Belki ilk günlerde o küçük vapurlar bile dolmayacak. Çünkü İzmirli denize, gerçekten küs ve barıştırmak da kolay değil. Bir süre zarar etmeyi göze almak gerek. Ben olsam, ilk bir hafta bu yeni hatta, ücretsiz yolcu taşır ve daha çok sefer koyardım.

Benden söylemesi; ev kadınları özellikle de Güzelyalı tarafından oturanlar, kendileri için de vapur istiyorlar. Şöyle bir tane, 10.00-11.00, bir tane de 13.00-14.00 saatleri gibi. Kuşkusuz en az bir tane de dönüş için aksi yönde, saat 16.00 gibi…

Ev kadını vapurlarının, trafik sorunu çözümü ile pek ilgisi yok ama, esnafa katkısı çok olur.

Ev kadınlarımızı önemsemek gerek. Tüketicinin Korunması Hakkında Yasa, bunu yapıyor. “Kapıdan satışlar” ile ilgili hükümler, özellikle ev kadınlarımızı korumak içindir. Bilirsiniz, kapıdan satış yapanlar, evdeki çalışanlar ve okuldakiler ayrıldıktan sonra ortaya çıkar. Hedef kitle, evdeki kadınlardır. O kadınlarımız, bir de ayakta yolculuk yapamadıkları için alışverişe çıkamıyorlarsa daha kolay bir av olurlar kapıdan satıcılar için. İşte bu yüzden yasa, kapıdan satıcılara, izin belgesi alma zorunluluğu getiriyor ve daha önemlisi satılan malın iadesi için “ayıplı olma” şartı aramıyor, diğer satışlardan farklı olarak. Amaç, akşam eve dönen kocanın hışmından, ev kadınlarını korumak.

Gelin Güzelyalı, Konak, Karşıyaka üçgenine, körfezin her iki yakasındaki ev kadınları için vapur koyalım. Hem alışverişe hem de birbirlerini ziyarete, oturarak gidebilsinler.

Ben de arada bir cumartesi veya pazar, çayımı yudumlayarak, Karşıyaka’ya giderim mutlaka…

Gazete Ege, 27 Ekim 1997

Su Kesintileri

İzmir’in herhangi bir yerinde su kesintisinin olmadığı gün yok gibi. Onarım gerekçesiyle bir o bölgede bir şu bölgede sular, üçbeş gün kesiliyor. Bereket, kesinti programını açıklıyorlar da önlem alabiliyoruz. Geçenlerde TEDAŞ, termik santral karşıtı çevrecilere haddini bildirmek için plansız elektriklerimizi kesi-kesivermişti de perişan olmuştuk.

Hiç bir uygar ülkede sular, afet falan olmaksızın bu kadar uzun süre kesilebilemez. Kesilirse kıyamet kopar, Türkiye hariç.

Bilirsiniz by-pass kalp hastalarının hayatını kurtarır. Aynı yöntem kentin kan damarları olan su boruları için neden kullanılmasın? En çok yarım günlük bir çalışma ile onarım noktasının iki ucu, geçici borularla birbirlerine bağlanırsa, üstelik bu işlem, onarım başlamadan yapılırsa, kesintilere gerek kalmaz.

Teknolojik olarak mümkündür. Yeter ki düşünülebilsin.

Kaldırım İşgalleri

İzmir bir Akdeniz kenti. Akdeniz insanı sokakta yaşamayı sever. Uzun yazlar nedeniyle bu, hem mümkün, hem de gereklidir. Eskiden İzmirliler sıcak geceleri kapılarının önüne attıkları sandalyeler üzerinde sokakta geçirirlerdi. Üstelik burası artık, canlı bir turizm kenti.

Bu nedenle, lokantaların, birahanelerin, kahvelerin kaldırım işgalleri konusunda, çok katı olmamak gerekir diye düşünüyorum. Yayaların geçişini epey zorlaştıranları da var elbette. Ama yayaların çoğu, oralardan birinde oturmak amacıyla kaldırımda yürüyor. Dolgu çalışmaları başladıktan sonra Kordon’dakiler boşalırken, Göztepe, Güzelyalı lokantalarının dolup taşmaya başlamasından belli…

Belediye başkanlarımız eminim Roma meydanlarında ya da Paris caddelerinde ya kahve veya bira içmişlerdir. Neden İzmir’de yasaklamak isterler?

Son Otobüs

Büyüklerimiz oldum olası, bizi erkenden yatağa sokmak isterler. Geceleri de yaşamamızdan, nedense fazla hoşlanılmaz.

“Erken yatan döl alır, erken kalkan yol alır” dememiş mi atalarımız? Sonuç ortada nüfus artış hızında, dünya şampiyonları arasındayız. Döl almasına almışız da, yeterince yol da alabildik mi bilmem?

Şimdiki büyüklerimiz de bizi erken yatırma peşinde. Son vapur yirmiüçte en işlek yerlerin otobüsü en son saat yarımda kalkıyor. Sapa yerlerin son otobüs kalkış saati ise sanırım daha da erken. Güzelyalı’da oturan ben, en yakın Karşıyakalı arkadaşlarıma akşam yemeğine gidemiyorum. Çünkü arabam yok. Olsa da fark etmez, eğer gidersem, içki içerim ve “trafik canavarı olmamak için” direksiyon başına oturmamalıyım.
Otobüs yoksa, içkili arkadaş yemeği de yok…

Oysa insanlar sadece içkili arkadaş ziyareti için istemez, geç saat otobüsünü. İşini ancak, ikilerde-üçlerde bitirebilen bilgisayarcılar, muhasebeciler ve vardiyası o saatlerde biten işçiler de yok mu? “Üç-beş nöbeti bende.”

Turizmi, sanayii ve ticareti çok gelişmiş metropol kentte, toplu taşım araçları, sabaha kadar çalışmalı, saat başı olsa bile. Otobüs yoksa eğer, içkili otomobil sürücüleri var. Onları canavar saymaya hakkımız var mı?

Eskiden dolmuşlar sabaha kadar yolcu taşırdı her semte. Trafiğe alt-üst eder, yolcuya saygısızlık ederlerdi. Kaldırılmaları iyi oldu. Ama sabaha kadar yolcu taşırlardı. Dolmuşların; trafiği bozma, yolcuya küfredip, hamile kadınları kapıya sıkıştırma işlevini şimdilerde belediye otobüsleri üstlendi. Sabaha kadar çalışma işlevini de üstlenseler bari…

Gazete Ege, 24 Kasım 1997