Pekçok memur gibi, ben de memur doğdum dersem yeridir. Babam da memurdu. Annem, mavi üniforması içinde görür görmez tutulmuş O’na.

Devlet maaş vermezse, nasıl para kazanılır, bilmezdim ve de düşünmezdim. Mühendis olmayı düşlerdim ama, yine devlete çalışıp; yollar, köprüler yapayım diye. Yoksa köşe dönmek için değil…

Zaten o yıllarda çevremizde bir memurlar vardı, bir de tütün işçisi kızlar ve de esnaf. Sahi bir “Yüzbinlikler” denen bir aile vardı, zengin olarak. Teyyare piyangosundan yüzbin lira kazanmışlar, adları öyle kalmış.

Ben, reşit olmadan memur oldum sayılır. Mülkiye’nin giriş sınavını burslu kazandığımda 17 yaşındaydım.

Burs 125 liraydı, sonra 150, en sonunda 250 lira oldu. Yeterdi. Tatillerde, bankaya kırdırıp eve para götürdüğümüz bile olurdu.

Harbiye, Mülkiye, Tıbbiye… Modern Türk Devleti’nin temelinde, bu okullarımız var. Bahri Savcı’dan Yavuz Abadan’dan Sadun Aren’den ve daha nicelerinden öğrendik; ekonomiyi, siyaset bilimini ve hukuku. Devlete dürüstçe hizmet etmenin, halka hizmet olduğunu, ülkeye hizmet olduğunu öğrendik.

21 yaşında mezun olup, memuriyete başladığımda, Maliye Bakanlığı Ulus’taki eski binasındaydı. Loş ışıklar altında, yıpranmış ama tertemiz kırmızı halıların üzerinde yürür, müsteşarın veya genel sekreterin odasına, kocaman ceviz kapıdan girerdiniz. “Pat” diye de giremezdiniz. Ama bir şube müdürü bile yasaya aykırılık iddiasıyla direndiğinde, eğer haklıysa, onun dediği olurdu. Görevden almalar, sürgünler yoktu.

Gençliğimde ödümü kopartan, Kara Ziyaları (Müezzinoğlu), Ferit Melen’leri, Memduh Aytür’leri şimdi saygı ile anımsıyorum…

Hazine ve Kambiyo Kontrolörü olarak göreve başladığımda, başkanımız Teoman Köprülüler’di. Önce, kırmızı bir kese içinde bir mühür verdi. Sonra, kimlik cüzdanımı ve bir de çek karnesi. Müfettişler, kontrolörler, kendi maaşlarını kendileri hesaplayıp, mal müdürlüklerinden çek ile çekerlerdi. Özellikle merkez dışında başın sıkıştıkça, borç falan istemek zorunda kalmayasm diye, maaştan fazla para çekmek serbestti.

“Serbest ama çekmezsen daha iyi olur” demişti, çek karnesini verirken Sayın Köprülüler. Biz de çekmez, hep devletten alacaklı olurduk. Çay-kahve bile içmezdik, denetim için gittiğimiz yerlerde.

Bir maliye müfettişi, bir hesap uzmanı, memuriyetten ayrılıp önceden denetlediği bir özel sektör kuruluşuna geçerse, hoş karşılanmaz, dedikodusu yapılırdı.

Denetim kurulları, bir yandan görevini yürütürken, bir yandan da elemanlarını lisans üstü eğitim kurumlarıymış gibi eğitir ve üst düzey görevlere hazırlardı. Genel müdür yardımcıları genellikle iyi yetişmiş bir müfettiş veya uzmanlardan seçilirdi. genel müdürler, genel müdür yardımcıları arasından atanır, genel müdürlük yapmayan müsteşar olamazdı. En yüksek dereceden alsan bile, memur maaşı ile köşe dönülmezdi. Dönülmemeli de. Köşe dönmek isteyenin, memuriyetle işi ne?.. Memura, insanca yaşayabilmek yeter. Köşeyi dönmeden de insanca yaşayabilmeli insan. Maaş, insanca yaşamaya yetmeli.

Tüm Dünya, bürokrasiden yakınır. Çoğu kez haklıdır yakınmalar. Bürokrasi, kötüdür kötü olmasına da yerine konacak birşey de bulunamadı. Bulmadan kaldırmaya kalktığınızda ise, çok daha kötüdür ortaya çıkan.

Bir de nedense, hep atanmışlar akla gelir “bürokrasi” dendiğinde. Peki ya TBMM’nin iç işleyişindeki bürokrasiye ne demeli? Atanmışlar maaş alıyor da seçilmişlerin aldıkları nedir? Mümkün müdür, tüm kamu görevlerini seçilmişler eliyle yürütmek?

Annem, şimdilerde yaşayan bir genç kız olsaydı, babama yine varır mıydı, bilemem? Ama ben yeniden seçmek durumunda olsaydım, yine seçerdim memuriyeti. Hem belki de bu Ocakta yapılacak zam, bir palto almaya bile yeter…

Hürriyet Ege, 1 Aralık 1994

Originally posted 2015-11-02 10:55:19.