Skip to main content

Bir Kilo Peynir

Geçen hafta pazardan, bir kilo keçi peyniri aldım. Değişiklik olsun diye.. Muğla’da sıkça alırdık. Yeniden İzmir’e döndükten sonra hiç yememiştik. Peynirimiz de hep TANSAŞ’tan alınıyor.

Pazarda, keçi peynirinin kilosu on bin lira. Ucuz.

Ucuz olmasına ucuz da neye göre ucuz?

Kuşkusuz, bugünün fiyatları genel düzeyine göre ucuz. Yoksa bir yıl öncesine, hele hele geçmişe göre, hiç bir şey ucuz değil artık..

Geçmiş deyince aklıma, öğrencilik yıllarım geldi nedense.

Mülkiye’nin giriş sınavını, maliye’nin burslusu olarak kazanmıştım. Öyle olmasa, okuyamazdım zaten.

Daha önceleri, trenle geçerken gördüğüm Ankara’ya, kayıt yaptırmak için, ilk kez gittiğimde, okulun yerini zorlukla bulmuştum. İnmem gereken durağı kaçırdıktan sonra, geriye yürüyerek..

Yurtta kalman ilk gece, gizli gizli ağlayanlar çok olur..

Sonra ilk bursumu almıştım: Tam yüzelli lira!

Yurt ücreti olan otuz lirayı düş; geri kalan yüz yirmi lira, bir ay geçinmeye yeterdi. Hem de; hiç bir önemli filmi kaçırmadan.

Bazı ay başlarında, Günseli Lokantası’nda şaraplı biftek bile yerdik.

Yaz tatili başlarken, üç aylık bursu kırdırır ve İzmir’e eve gönderirdim. Bütçemize önemli katkısı olurdu.

İkinci yıl bursumuz, yüz yetmiş beş lira oldu.

Üçüncü ve dördüncü sınıflarda ise; iki yüz elli lira aldık, her ay.

Üşenmedim, oturup hesap yaptım: Dört yıl boyunca toplam dokuz bin dokuz yüz lira almışım, Maliye’den.

Yanlış anımsamıyorsam, sekiz yıllık bir zorunlu hizmet idi dokuz bin dokuz yüz liralık toplam bursun karşılığı.

Maliye’de göreve başladıktan kısa bir süre sonra, Hazine Kontrolörü oldum, sınavla. Yıl 1962.

Hemen İzmir’e turneye gönderiler.

Cebimde onbeş günlük yövmiye farkı; altı yüz yetmiş beş lira.

Motorlu trenin restoranında, yaşantımda ilk kez, tabldot ısmarladım kendime. Yanında da buz gibi bir şişe Tekel birası.

Altı yüz yetmiş beş lira, ay sonuna kadar hem beni geçindirdi, hem de evi. Eşya falan bile aldıydık.

Maliye’ye olan borcumu; zorunlu hizmeti fazlasıyla yaparak ödedim.

Ama şeytan diyor ki, bir kez daha öde.

Git pazardan bir kilo keçi peyniri al ve Maliye’ye gönder.

Nasıl olsa keçi peyniri ucuz: Kilosu on bin lira…

Cumhuriyet, 20 Mart 1991

Erdinç Gönenç 10. yıl anma toplantısı

Mülkiyeliler birliği tarafından ölümünün 10. yılı münasebeti ile Erdinç Gönenç için anma toplantısı düzenlenecektir. Vefatından sonra bastırılan İzmir’im kitapları ücretsiz olarak dağıtılacaktır.

Tüm sevenleri ve katılmak isteyen herkes davetlidir.

Tarih: 28 Kasım 2008 – 18:30
Yer: Konak Belediyesi Alsancak Kültür Merkezi, Kıbrıs Şehitleri Caddesi No:12, 7.kat, Benal Nevzat Salonu

Erdinç Gönenç’in ‘İzmir’i… (Oktay Ekinci)

“Alsancak’ta doğmuşum. Yürümeyi ve konuşmayı Alsancak’ta öğrendim. Yüzmeyi, balık tutmayı öğrendiğim yer de orasıdır…”

Her yaştan sevenlerinin unutulmaz “ağabey” i Erdinç Gönenç , 18 yıl önce, böyle başladığı bir yazısını bakın nasıl noktalamış: “Düşünüyorum da, bir insan ömründen daha kısa bir sürede, güzel İzmir’i nasıl bu hale getirdik, koca bir Körfez’i nasıl öldürdük, inanamıyorum…” (Cumhuriyet, 09 Aralık 1989)

1998’de aramızdan ayrılan Erdinç Ağabey , İzmir Büyükşehir Belediyesi’ndeki Ahmet Piriştina ‘lı yılları ve şimdiki Aziz Kocaoğlu dönemini yaşayabilseydi, belki de şöyle yazardı; “Daha dün ‘ölmüş’ dediğimiz Körfez’i nasıl da yeniden yaşama kavuşturduk; inanamıyorum…”

Aslında Erdinç Gönenç de İzmirlilerin “inanılmaz” kentli bilinçlerini simgeleyen; toplum yararına ve bilimin rehberliğine inanmış; özünde “sosyal” ve her yönüyle “demokrat” aydınlarındandı…

Cumhuriyet gazetesindeki “İzmir’im” köşesi ile benim “Çevremiz” köşem, birer gün arayla 90’lı yılların “Ege sayfası” nda yayımlanırdı. Bu birlikteliğin çoğu kez “benzer” konularla sürmesindeki neden ise İzmir’in doğa ve kültür değerlerini “yurttaş sorumluluğu” yla savunmasıydı…

O kadar ki örneğin aynı dönemin ünlü ve “ayrıcalıklı” bir konut projesiyle yaratılan “çevre tahribatı” nı dışardan gözlemci gibi yazmak yerine, kente karşı “kamusal yükümlülük duyguları” yla şöyle eleştiriyordu; “OYAK Sitesi’nde oturanlar alınmasın, bu onların suçu değil. Doğayı katlettik isek bu hepimizin suçu…” (Cumhuriyet, 04 Şubat 1990)

TARİŞ’in emektarı

Gönenç’in gazete yazılarıyla birlikte, özellikle Mülkiyeliler Birliği dergisi ve diğer kimi sivil toplum kuruluşlarının yayınlarındaki siyasal değerlendirme makaleleri kitaplaşmış…

“İzmir’im” i yayına hazırlayan eşi Sevinç Ayla Gönenç ile oğlu, imzalayarak gönderdikleri kitapta demişler ki; “Erdinç Gönenç’in yerine size hatıra olarak yolluyoruz…”

O “hatıra” lara daha ilk sayfada dalıp gidiyorum… 12 Eylül faşizminin adeta “vatan sevgisine düşmanlık” la özdeşleşen baskılarıyla Erdinç Ağabey’e bile eziyet çektirmesine “isyan” ımızı anımsıyorum…

“Bile” diyorum; çünkü Erdinç Gönenç, herkese karşı öylesine insancıl; ülkesine öylesine sevdalı ve hele yıllarını verdiği köy emekçileri ile tarım üreticilerine öylesine saygı ve sevgi doluydu ki…

“Devlet” i temsil eden herkesin şükran duyması gerekirken, “devletin güvenliği” adına çıkartılan yasalarla işine son verilmesi, 12 Eylül’ün gerçek “amacı” nı göstermeye yetiyordu…

Nitekim Ege’nin duyarlı seslerinden Ayla Selışık Tamar da emekten yana herkese saldıran darbecilerin, Erdinç Ağabey’e de neden yüklendiklerini anımsatırcasına şunları yazmıştı; “O Erdinç Gönenç ki, TARİŞ’in tüm işletmelerinde yirmi binin üzerinde çalışana.. üstelik ülkenin grevlerle felce uğradığı bir devirde.. kurumu haksız bir zarara uğratmadan; neredeyse işçisine hiç direniş yaptırmadan en güzel toplusözleşmeleri armağan etmişti…” (Yeni Asır, 11 Nisan 1998)

Bu satırlarla tanımlanan TARİŞ Genel Müdürlüğü görevinden 1980’de alınan Gönenç, Danıştay’daki davasını 1988’de kazanınca, 1992’de İzmir Sanayi ve Ticaret Müdürlüğü’ne atanmıştı.

Dicle’de yüzerken

Erdinç Gönenç, “Bana Mülkiye’ye giriş sınavını kazandıran okul” diyerek andığı “Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi” ndeki 1955-58 yılları için diyor ki: “En yakın arkadaşlarımın etnik kökenlerini bugün de bilmiyorum; çünkü hiç önemi yoktu. Dicle’nin buz gibi sularında hep birlikte yüzerdik. Üç yıl boyunca Kürt-Türk-Sünni-Alevi ayrımı bilmeden yaşadım…”

Peki ne oldu da bu “gerçek” yaşanmışlıklar, şimdi neredeyse hayal bile edilemeyecek hale geldi? Yanıtı yine Erdinç Ağabey’den: “Bizim neslin yaşadığı değişimi, insanoğlu önceden hiç yaşamadı…”

Bunun ne anlama geldiğini “İzmir’im” den okumanız için www.erdincgonenc.com’u ziyaret etmeniz yeterli… Erdinç Ağabey’in anılarına, sadece posta bedeli karşılığında armağan edilecek kitapla kavuşabilirsiniz…

Oktay Ekinci (Cumhuriyet – 29.08.2007)
ekinci@cumhuriyet.com.tr