1958 yılında, Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi’ni bitirip, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdiğimde, onyedi yaşındaydım ve daha önce Ankara’yı hiç görmemiştim.

Lise arkadaşlarımdan, bu sınavı kazanan kimse olmadığından, ilk günler çok yanlızlık çektim. İçlerinden biri Karşıkaya Ortaokulu’ndan sınıf arkadaşım çıkmaz mı? Demek ki onunla, sonradan hiç kesintiye uğramayan arkadaşlığımız şimdi kırkaltı yılı dolduruyor. Diğerleri ile ise kırk yıl oldu.

İzmir’den gelenlerin çoğunluğunu oluşturan, Atatürk Lisesi mezunları, kendilerini herkesten üstün görürlerdi ve doğallıkla kanıtlamayı amaçlayan, okumaya öğrenmeye yönlendirici, olumlu bir yarış.

Bu yarış sanırım, hepimizin bilgi-kültür düzeyini, okul ortalamasının bile üzerine çıkarttı. Başlangıçta, orkestra çalgılarının akort seslerini, “uvertür” sananlarımız bile, özellikle Dil Tarih Coğrafya Fakültesi salonundaki, klasik müzik konserlerini, kaçırmaz oldu.

Adı, “Siyasal” kelimesi ile başlayan bir okulda, mümkün müdür politika dışı kalmak? Hayır mümkün değildir. Daha ilk günlerden kendimizi doğal Cumhurbaşkanı adayı gibi görenlerimiz pek çoktu. Okul arkadaşlarımızın neredeyse tamamı, sonradan başka siyasi çizgilere geçmiş bile olsalar, Mülkiye’nin geleneksel çizgisi olan, Atatürkçü ve devletçi düşünceyi veya onun biraz daha solunda sayılabilecek görüşleri benimsemişlerdi ve Mülkiye, solcu okul sayılırdı.

O günlerde, solcu sayılanlar, mutlaka izlendiklerini düşünürlerdi.

Gerçekten, ders yılının daha ilk günlerinde, üst sınıflardaki ağabeylerimiz beni de üçüncü sınıftaki bir başka ağabeyimize karşı uyardılar. Adı S.A. olan bu ağabeyimiz, bizleri izlemekle görevliymiş. Görevi hemen bitmesin diye, sınıf geçmesine, kolay izin verilmezmiş. Yedi yıllık öğrenciliği sonunda, ancak üçüncü sınıfa gelebilmiş.

S.A. ağabey yaşı otuza yakın, orta boylu, seyrek kumral saçlı, ince çerçeveli gözlük kullanan, soğuk ve titiz görünüşlü birisiydi. Kuşkusuz, hakkında söylenenleri bilir ama aldırmazdı.

Önceleri, epey korkmama karşın, dost olmakta gecikmedik. Çünkü ikimiz de geceleri geç yatmayı ve satranç oynamayı seviyorduk. S.A.’nın ajanlığına aldırmayan, birkaç satrançsever ile birlikte satranç başında sabahlar olduk. En iyimiz S.A. ağabeydi ve ben onu arada bir de olsa yenebilmiş olmayı hala övünçle anımsarım.

Sanırım gerçekten de ajandı. Ama S.A. ağabeyin izlemekle görevli olduğu bizler, sonradan ya kaymakam olduk ya müfettiş. Genel müdür, vali ve müsteşar, hatta bakan olduk.

Yoksa, S.A. ağabeyim, görevini yapmadı mı dersiniz?

Gazete Ege, 9 Mart 1998

Originally posted 2015-11-02 10:54:37.