Skip to main content

Ben Bir Kooperatifçiyim

Yaşamım boyunca, hiç kooperatif ortağı olmadım. Bundan sonra olacağım da yok. Ama ben, bir kooperatifçiyim. Gerçi, Tariş’te iki yıla yakın, genel müdürlük yaptım. Köy-Koop Muğla Birliği’nde de öyle. Benim kooperatifçiliğim, bu görevlerimden de kaynaklanmaz, ortaklıktan kaynaklanmadığı gibi…

Üçüncü sektör, halk sektörü dediğimiz şeyler aslında, kooperatif sektörü değil midir? Geniş halk yığınlarının, ekonominin yönetimine, demokratik katılımının, biricik yolu değil midir, kooperatifçilik? İşte ben buna inandığım için, bir kooperatifçiyim.

Bin dokuz yüz seksenli yılların ortalarına gelene kadar, kooperatifçilik dendi miydi, tarımsal amaçlı kooperatifçilik gelirdi akla. Özellikle de tarım satışları. Tariş’in 1979 ihracatı ikiyüz on milyon dolardır. Türkiye ihracatının yüzde onu yani. Sonra, devlet destekleme bitti, tarımsal amaçlı kooperatifçilik de neredeyse öyle…

Şimdilerde; konut yapı kooperatifçiliği, ilk sırayı aldı gibi. Sadece İzmir’deki sayıları, beş bini buldu. Onlardaki devlet desteği de giderek azaldığı halde, gelişip güçleniyorlar. Konut kredileri azaldıkça, nitelik değiştiriyorlar elbette: Dar gelirlilerin başlattığı yapıları, bol gelirliler bitiriyor; kooperatifler el değiştiriyor yani. Ya da batıyorlar.

Ben, otuz dört yıllık devlet memuruyum, maaşım birinci derecenin son kademesinde. Dar ve sabit gelirlileri dolandırmayı değil de konut sahibi yapmayı amaçlayan, gerçek bir kooperatife, ortak olmak olanağım yok. Ya küçük maaşlı memurun?

Onların bir çoğu, kooperatif ortağı yine de. Ayda üç-beş milyon ödeyerek, konut sahibi olacakları günü düşlemekteler. Kimi uyanıklara, köşe döndürdüklerini bilmeden…

Tarım satışlar ve tarım krediler gibi, özel kanunları olanlar dışındaki tüm kooperatifler, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’na göre kurulup, yaşıyorlar. Konut yapı kooperatifleri ya-nında, tahmil ve tahliye kooperatifi ile tüketim kooperatifi ve sigorta kooperatifi gibi kooperatifler de aynı yasa kapsamında… Konut kooperatifçiliğinin özelliklerini karşılayamıyor ve de gelişmesine ayak uyduramıyor, doğallıkla.

Salt, konut kooperatifçiliğini kapsayacak, yeni bir yasa çıkarmanın, zamanı geldi de geçiyor bile. Canı isteyen yedi zimmet hükümlüsü veya hileli müflis, kooperatif kuramamamalı. Toplu konut kooperatiflerinin, tapu sonrası geleceği düzene sokulmalı, konut edinme şansı olmayanlar için, kiralık ucuz konut kooperatifçiliği düşünülmeli v.s…

Tek başına yeni bir yasa, varsızları varlıklı yapmaya yetmez elbette. Dolandırmalarını engellesin hiç olmazsa. Varlılar da dolandırılmasın…

Gazete Ege, 21 Nisan 1997

Karşıyaka’da Sabah Gevreği

Bin dokuz yüz ellili yılların başları… Sabahın erken saatlerinde, Karşıyaka’nın ara sokakları bomboş.

Hava şimdiden sıcak. Cırcır böcekleri, birazdan ötmeye başlayacak…

Uykumu alamamışım. Ama gevrek, sabah gevreği, o saatlerde satılır, satılırsa…

Kardeşimle birlikte, gevrek satıyorum. Bağırmaya utandığım için, ben sepeti taşıyorum, kardeşim bağırıyor; “Haydi gevrek var, sıcak gevrek. Kazan gevreği bunlar…”

Arada bir, bir kadın başı pencereden uzanıyor ve sesleniyor, “Getir oğlum gevrekçi, dört tane getir.”

Sepetin üstündeki beyaz örtüyü açıyorum, havaya sıcacık bir buhar yükseliyor. Gevreklerimiz, gerçekten sıcak mı, sıcak…
Sonra dört sıcak gevreği, çıkarıp kardeşime veriyorum, elleri yana yana götürüyor.

Varlıklı değildik ama, mahalledeki pek çok arkadaşımız gibi, yalınayak gezecek kadar yoksul da değildik. Bu yüzden arkadaşlarımıza özenerek, yalınayak gezdiğimizde, onların ayaklarına batmayan bütün cam parçaları, bizim ayağımıza batardı.

Yoksul sayılmazdık ama yaz tatillerinde kardeşimle birlikte gevrek sattık bir dönem. Sabah gevreği ayrı akşam gevreği ayrı.

Kardeşim kendi adına soğuk su ve buzlu koruk şerbeti de satmıştı.

Aslında, Yahudi çocukları gerçekten öyle yapar mıydı bilmem ama, babam en varlıklı Yahudilerin bile -İzmir’de yoksul Yahudi pek yoktu galiba- çocuklarına gevrek sattırdıklarına, işportacılık yaptırdıklarına ve bu yüzden varlıklı olduklarına inandırmıştı bizi…

O yıllarda, “her mahallede bir milyoner yaratma” politikaları, Türkiye gündemine girmişti.

Babam da, kardeşim de, ben de varlıklı olmayı istiyorduk, doğal olarak.

Jean Paul Satre’ı okumamış babam; nereden bilsin ki, sürgünde yaşayan Yahudiye, pis iş sayılan ticaret dışında tüm alanlar kapatılmıştı asırlar boyu.

Devlet yönetiminden askerlikten, tarımdan yasaklanmış Yahudi de ticarette uzmanlaşarak, büyük varlıklar edinmiş ve kendisini ezenleri, ezmeye başlamıştı.

Ben okuyup, yazdıkça çocukluğumun varlıklı olma tutkusundan utanç duymaya başladım ve kamu görevlerine yöneldim.

Kardeşim ticaretle uğraşmayı sürdürdü. Benden küçük olduğu halde, yıllar önce varlık edinemeden öldü.

Asırlar sonra, Yahudi kendi devletini kurdu. Şimdilerde ticaretten çok savaş yapıyorlar.

Ben de, 1402 sayılı yasaya dayanılarak, kamu görevlerinden yasaklandım.

1980 yılından bu yana, acaba kaç 1402’lik gevrek satarak geçinmek zorunda kaldı yıllar boyu?

Cumhuriyet, 20 Ocak 1990;
Gazete Ege, 30 Haziran 1997

Kapıdan Satışlar – 3

Kapıdan satışta tüketicinin, hiçbir gerekçe göstermeden cayma hakkı var…

Bu durumda satıcı, tüketicinin cayma bilidiriminden itibaren on gün içinde, aldığı peşinatı, kıymetli evrakı ve tüketiciyi borç altına sokan bütün belgeleri iade etmek ve 20 gün içinde de malı geri almak zorunda.

Yapmazsa ne olur? Eğer Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü’ne şikayet ederseniz, 60 milyon lira idare para cezası keseriz. Üstelik itiraz, tahsilatımızı durdurmuyor.

Ancak, tüketicinin de yükümlülükleri var: Bir kere, malı teslim aldığınız durumunda iade edeceksiniz. Değer kaybı olmuşsa, tazmin etmeniz gerekiyor. Bir de cayma bildirimi, 7 gün içinde ve iadeli taahütlü mektup veya noter aracılığı ile ya da bizzat yapılmalı.

7 günlük hak düşürücü bu süre, hile için çok uygun. Kimileri, satış sözleşmesinin üzerine, eski bir tarihi atıveriyor, kaşla göz arasında veya sonradan. Aman dikkat…

Bilinmesi gereken bir diğer önemli husus, satıcının “belge” verme zorunluluğu; satıcı, fatura veya tesellüm makbuzu ile birlikte tüketiciye cayma hakkını açıklayan, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nca onaylı bir belgeyi tutanak mukabili vermekle yükümlü. Vermeyeni öğrenirsek, cezası 30 milyon lira. Lütfen bildirin…

Sözleşme yapmayan satıcının da cezası 30 milyon lira. Sözleşmede nelerin yazılı olması gerektiğini, İl Müdürlüğü’nden veya “Alo 175″ten öğrenebilirsiniz. Benim yerim dar. Bu yüzden sözleşmede belirlenen satış fiyatının sonradan hiçbir şekil ve şartta artırılamayacağını belirtmekle yetineceğim.

Kapıdan yaptığınız alış-verişin, kapıdan satış sayılabilmesi için, önceden mutabakat olmaksızın yapılması şart. Aksi halde, tüketiciye sağlanan özel haklardan faydalanamazsınız. Bunu bilen kimi açıkgözler, kapınıza gelmeden önce, bir telefon ediveriyor size. Al sana önceden mutabakat. Malınız ayıplı olmadıkça, cayma hakkınız yok artık.

Yasaların bir boşluğu, her zaman bulunabilir. Bu işin uzmanları, iyi de para kazanıyor zaten. Hem de yasal biçimde.

Bu yüzden ilgili tebliğ, “görüşme yer ve tarihinin, tüketici ve satıcı arasında önceden belirlenmesini”, önceden mutabakat saymıyor.

Yine de esas güvence, iyi niyet ve güvenilirlik. Mevzuatımız da işte bu yüzden, kapıdan satışları Bakanlık iznine bağlıyor ve bu işi yapacak kişileri sınırlıyor: Kapıdan satış yapabilmek için anonim veya limited şirket statüsünde bir tüzel kişilik edinmek zorunlu. Alıcıya vermekle yükümlü olduğunuz “belge”yi de Bakanlığa onaylatacaksınız. Bu koşullara uymayanın da cezası, altmış milyon…

Lüks otel salonlarında, kulakları sağır eden müzik eşliğinde yapılan, “toplantılı (grup)” ve yazılı veya görsel yayın yoluyla yapılan “mesafeli” satışlarda da aynı biçimde korunuyor tüketici.

Cezalarımız, ağır ve caydırıcı. Keşke trafik magandalarına da uygulansa.

Yeter ki hakkınızı arayın ve şikayet edin. Bir de imzalayacağınız her belgeyi dikkatlice okuyun. Özellikle de tarihlere dikkat…

Gazete Ege, 14 Ekim 1996