Skip to main content

Kapıdan Satışlar – 3

Kapıdan satışta tüketicinin, hiçbir gerekçe göstermeden cayma hakkı var…

Bu durumda satıcı, tüketicinin cayma bilidiriminden itibaren on gün içinde, aldığı peşinatı, kıymetli evrakı ve tüketiciyi borç altına sokan bütün belgeleri iade etmek ve 20 gün içinde de malı geri almak zorunda.

Yapmazsa ne olur? Eğer Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü’ne şikayet ederseniz, 60 milyon lira idare para cezası keseriz. Üstelik itiraz, tahsilatımızı durdurmuyor.

Ancak, tüketicinin de yükümlülükleri var: Bir kere, malı teslim aldığınız durumunda iade edeceksiniz. Değer kaybı olmuşsa, tazmin etmeniz gerekiyor. Bir de cayma bildirimi, 7 gün içinde ve iadeli taahütlü mektup veya noter aracılığı ile ya da bizzat yapılmalı.

7 günlük hak düşürücü bu süre, hile için çok uygun. Kimileri, satış sözleşmesinin üzerine, eski bir tarihi atıveriyor, kaşla göz arasında veya sonradan. Aman dikkat…

Bilinmesi gereken bir diğer önemli husus, satıcının “belge” verme zorunluluğu; satıcı, fatura veya tesellüm makbuzu ile birlikte tüketiciye cayma hakkını açıklayan, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nca onaylı bir belgeyi tutanak mukabili vermekle yükümlü. Vermeyeni öğrenirsek, cezası 30 milyon lira. Lütfen bildirin…

Sözleşme yapmayan satıcının da cezası 30 milyon lira. Sözleşmede nelerin yazılı olması gerektiğini, İl Müdürlüğü’nden veya “Alo 175″ten öğrenebilirsiniz. Benim yerim dar. Bu yüzden sözleşmede belirlenen satış fiyatının sonradan hiçbir şekil ve şartta artırılamayacağını belirtmekle yetineceğim.

Kapıdan yaptığınız alış-verişin, kapıdan satış sayılabilmesi için, önceden mutabakat olmaksızın yapılması şart. Aksi halde, tüketiciye sağlanan özel haklardan faydalanamazsınız. Bunu bilen kimi açıkgözler, kapınıza gelmeden önce, bir telefon ediveriyor size. Al sana önceden mutabakat. Malınız ayıplı olmadıkça, cayma hakkınız yok artık.

Yasaların bir boşluğu, her zaman bulunabilir. Bu işin uzmanları, iyi de para kazanıyor zaten. Hem de yasal biçimde.

Bu yüzden ilgili tebliğ, “görüşme yer ve tarihinin, tüketici ve satıcı arasında önceden belirlenmesini”, önceden mutabakat saymıyor.

Yine de esas güvence, iyi niyet ve güvenilirlik. Mevzuatımız da işte bu yüzden, kapıdan satışları Bakanlık iznine bağlıyor ve bu işi yapacak kişileri sınırlıyor: Kapıdan satış yapabilmek için anonim veya limited şirket statüsünde bir tüzel kişilik edinmek zorunlu. Alıcıya vermekle yükümlü olduğunuz “belge”yi de Bakanlığa onaylatacaksınız. Bu koşullara uymayanın da cezası, altmış milyon…

Lüks otel salonlarında, kulakları sağır eden müzik eşliğinde yapılan, “toplantılı (grup)” ve yazılı veya görsel yayın yoluyla yapılan “mesafeli” satışlarda da aynı biçimde korunuyor tüketici.

Cezalarımız, ağır ve caydırıcı. Keşke trafik magandalarına da uygulansa.

Yeter ki hakkınızı arayın ve şikayet edin. Bir de imzalayacağınız her belgeyi dikkatlice okuyun. Özellikle de tarihlere dikkat…

Gazete Ege, 14 Ekim 1996

Hakem Heyetlerinin Yaptırım Gücü

Tüketici Sorunları Hakem Heyetleri, onuncu aylarını doldurdu… Galiba, en iyileri, İzmir İl Hakem Heyeti. Tüm ülkedeki tüketici şikâyetinin, neredeyse yarısı, oraya yapılmış.

Zorlamaya değil, uzlaşmaya ve iyi niyete dayanan bu heyetler, oldukça demokratik kuruluşlar. Kamu kesimi yanında, üretici -satıcı ve tüketici temsilcileri var. Temel amaçları; yargının, esasen ağır yükünü daha da ağırlaştırmadan, “tüketiciler ile satıcılar arasında çıkan, uyuşmazlıkları çözümlemek ve tüketici mahkemelerinde, delil olarak ileri sürülebilecek kararları almak.”

Yaptırım konusunda bir yetkileri yok. Kararlarına uyup uymamak, ilgililerin keyfine kalmış. Delil olarak kabul edip etmemek de mahkemenin takdirine…

O halde hakem heyetleri ne işe yarar?

Oysaki hakem heyetleri, yaptırmaktadır…

Biz İzmir’de, aldığımız kararların büyük kısmının, uygulandığını görüyor ve bu sonucun, yaptırım gücümüzden kaynaklandığını biliyoruz.

Nedir bizim yaptırım gücümüz? Her şeyden önce, heyetimizin yapısı elbette: Heyeti oluşturan kuruluşlar zaten etkin ve saygın. Bir de üst düzey yöneticilerce temsil edilirse? İzmir, bu işi ciddiye aldı: Örneğin, kuruluş aşamamızda, Ticaret Oda’mızı, yönetim kurulu başkanı, bizzat temsil etmekteydi. Diğer katılımcı temsilcileri de öyle…

Aldığımız kararın haksızlığını savunmak, pek kolay olmuyor.

Üstelik hakem heyetlerinin, henüz pek fark edilmeyen bir önemli yetkisi de var: Teşhir yetkisi. Biz, bir ay içinde aldığımız kararları, ertesi aybaşında, İl Müdürlüğü’müzdeki bir panoda ilan ediyoruz. Yönetmelik, böyle diyor. Bu ülkede, vergi ödemeyenlerin ilanı konusunun, nasıl, yıllarca tartışıldığı hatırlanırsa, teşhirin önemi ortaya çıkar.

Gerçekten, adını listemizde görmek istemeyenler, sorunu, daha inceleme aşamasında tüketici lehine, çözüveriyorlar. Hakem Heyeti’ne yapılan, 958 başvurudan, 353 adedinin, Heyet’te görüşülmeye gerek kalmadan, Müdürlüğümüzce, tüketici lehine çözümlenmiş olması, yeterli kanıt değil mi?

Yargıcın takdirine bağlı olsa da, ürettiğimiz deliller de küçümsenmemeli. Davayı, daha baştan kaybettiğini düşünen taraf, yargıya gitmektense, uzlaşmayı yeğlemektedir çoğu kez.

Tüketicinin Korunması Yasası, cezai yaptırım yetkisi vermiyor hakem heyetlerine. Ancak, İl Müdürlüklerinin yetkilerini de çok arttırıyor. Hakem heyetlerinin toplantı yeri, il müdürlüğü. Başkan da il müdürü. Hakem heyetini desteklememesi mümkün mü? Bu da hakem heyetlerinin bir başka gücü…

Tüm insanlar tüketici. Tüketici haklarını savunmak, insan haklarını savunmak, o zaman. Hakem heyetlerinin esas güç kaynağı, tüketici bilincidir. Tüketici bilinci geliştikçe ve halkımız sahiplendikçe, gerek yasanın ve gerekse hakem heyetlerinin, insan haklarını koruma gücü, giderek artacaktır.

Gazete Ege, 3 Eylül 1996

Ekmek Kavgası

İstanbul’dan gelen haberlere bakılırsa; ekmek kavgası yeniİden başlayacak gibi. Bu nedenle, konuyu bir kez daha irdelemekte yarar olduğunu düşünüyorum:

1) Türkiye’de Fırıncılar Odası dışında, hiç bir kişi ve kuruluşun, ekmek fiyatı belirleme yetkisi bulunmamaktadır. Fırıncılar Odası bu yetkiyi 507 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Kanunu’ndan almaktadır. Yani, liberal ekonominin, “bırakın yap-sınlar, bırakınız geçsinler” mantığı gereğince hazırlanmış mevcut mevzuat, müdahaleci politikaların uygulanmasına elverişli değildir. Ekmek fiyatına müdahale edilecekse, mevzuatta, yeni düzenlemeler gerekir.

2) Mülki amirlerin ve belediye başkanlarının, ekmek fiyatı konusundaki tek yetkileri, Fırıncılar Odası tarifesine itirazdan ibarettir. Sanayi ve Ticaret İl Müdürlerinin başkanlığındaki üç kişilik bu komisyonun diğer üyeleri, Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği ile Ticaret Odası temsilcileridir. Birlik temsilcisinin, kendi onaylarıyla yürürlüğe konulabilen tarifeye yapılacak itirazı kabul etmesi, pek düşünülemeyeceğine göre, komisyon’dan itiraz lehine karar çıkarmanın güçlüğü anlaşılabilir. Kaldı ki; lehte karar çıksa bile, Birliğin buna itiraz hakkı vardır ve mahkemeye yapılan bu itiraz sonuçlanıncaya kadar, zamlı fiyat uygulanır. Daha açık bir deyişle, itiraz kurumunun, pratikte bir yararı yoktur.

Sanayi Ticaret İl Müdürü’nün yetkisi de ancak itiraz durumunda, Komisyon başkanlığı yapmaktan ibarettir. Dolayısıyla ekmek zamlarından, mülki amirleri, bürokratları veya belediye başkanlarını sorumlu tutmak, haksızlıktır.

3) Fiyat belirleme yetkisinin, sadece esnaf odasına verilmiş olması, günümüz gerçekleriyle çelişmektedir. Çünkü; fırıncıların önemli bir bölümü, esnaf olmaktan çıkmış, tüccar ve sanayici niteliği kazanmıştır. Bunların, fırıncılar odalarından tarife almak gibi bir hakları da, ödevleri de bulunmamaktadır. Böyle olunca da tarifelerin etkinliği ortadan kalkmaktadır.

Öte yandan, mal ve hizmet fiyatlarının tarifelerle belirlenmesi, serbest piyasa kurallarına ve dolayısıyla Gümrük Birliği koşullarına uymamaktadır. Kanatimizce, ekmek fiyatının tarife ile belirlenmesi, 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkındaki Kanun’un 4. maddesine de aykırıdır. İşte hem bu nedenlerle, hem de İzmir’de mevcut atıl kapasitesinin rekabet koşullarında ucuzluk getireceği kanısıyla, ilimizde, ekmek fiyatları serbest bırakılmıştır. İlgili tüm tarafların katılımıyla ve İzmir Fırıncılar Odası’nın, yasal hakkından gönüllü olarak vazgeçmesi sayesinde alınan bu karar, bir centilmen anlaşması netiliğinde olup, yasal yaptırımı yoktur. Bu anlaşmanın sürmesinin, İzmirli’nin hayrına olduğunu düşünmekteyim. Kuşkusuz, rekabeti bozucu girişimlerden kaçınmak koşuluyla…

4) Ekmek konusunda, fiyat kadar önemli bir diğer unsur gramajdır. Söz konusu toplantıda, fiyat serbest bırakılırken, gramajın, 250 gr. ve 500 gr. olarak sabit tutulması kararlaştırılmıştı. İlk bakışta serbest piyasada gramajın da rekabet mekanizması tarafından belirlenmesi gerektiği düşünülebilir. Ancak, gerek ekmekte ve gerekse, bakliyat, un, şeker gibi ambalajlanarak satılan mallarda standart dışı gramaj, tüketicinin kıyaslama olanağını zorlaştırarak, piyasanın şeffaflığını bozmaktadır. Dolayısıyla, gramajda standardizasyona gidilmesi, serbest piyasa ekonomisinin bir gereği olarak değerlendirilmelidir.

Sonuç: Ekmek ile ilgili mevzuat, müdaheleci politikalara elverişli değildir. Müdahale edilecekse, yeni yasal düzenlemelere gerek vardır. Ancak bu durumda da ekmeğin tüm girdilerinin fiyatlarının serbest olduğu düşünülerek, gerekli sübvansiyon mekanizmaları da geliştirilmelidir. Gramaj konusunda yapılacak işler ise, acilen, ekmek ile ilgili mecburi standartların, uygulamaya konulmasıdır.

Kişisel kanımız, 4054 sayılı Kanun’a işlerlik kazandırmak suretiyle, tam rekabet koşullarının yaratılması ve tüm fiyatların belirlenmesi işlevinin, serbest piyasaya bırakılmasıdır…

Gazete Ege, 20 Şubat 1997