Skip to main content

Körfeze Ağıt

1940’lı, 1950’li yıllarda, Körfez’in suları masmaviydi. Vapurla Alsancak’tan Karşıyaka’ya giderken, üstümüzde martılar çığlık çığlığa uçuşur, yunus balıkları bizimle yarışa girişirdi.

Çipura avlamak için en uygun bölge tersane civarıydı. Babam bazı geceler, oltalarını ve çipuraların en sevdiği yem olan mamunları alıp, oralara balığa gider, ertesi sabah, her biri birer kilo civarında üç-dört çipura ile dönerdi.

İzmir’in denizi gerçekten kız, kızları da gerçekten deniz kokardı. Çünkü; Güzelyalı’dan Bostanlı’ya kadar bütün sahilde, cıvıl cıvıl kızlar, yaz boyunca denize girer, geceleri de henüz kuramamış saçları ile kordonda gezinirlerdi.

Artık İzmir’in denizi kız değil, deniz bile kokmuyor.

Vahşi kapitalizm, kendi gelişmesi uğruna, atıklarını düşüncesizce boşaltarak öldürdü onu…

Eskiden ara sokaklarda yaşayan insanlar, yaz gecelerinde sandalyelerini kapı önüne çıkartır ve sokaklarda otururdu. Biz çocuklar, birdirbir ya da saklambaç oynarken, büyükler kendi aralarında sohbete dalardı.

Gerçekten deniz kokan, kız kokan imbat rüzgarı; ara sokaklarda dolaşır, insanların saçlarını okşardı.

Açıkhava sinemasında Avare filmini seyrederken, burnumuza yosun kokusu geliverirdi…

Şimdi artık, imbat rüzgarı sokak aralarında dolaşamıyor… Şimdi artık, İzmir’in sokakları deniz kokmuyor, yosun kokmuyor…

Çünkü bütün sahili boydan boya apartman duvarı ile ördük. O güzelim sakız biçimi evleri yıktık. Karşıyaka’nın palmiyelerle, hurma ağaçları ile örülü bahçelerini yok ettik. Onların yerlerinde şimdi Çin Şeddinden farksız bir apartman duvarı yükseliyor.

Birkaç bin arsa sahibinin çıkarma, İzmir’in sokaklarını imbat rüzgarından, deniz kokusundan yoksun bıraktık…

Zavallı imbat ne yapabilir ki?.. Sokakları dolaşmak için, ne kadar çabalarsa çabalasın, beton duvarlara çarpıp çarpıp geri dönüyor…

Cumhuriyet, 17 Aralık 1989;
Gazete Ege, 28 Nisan 1997

Çocukluğumun Karşıyaka’sı

İlkokul birinci sınıfı Karşıyaka’da Türk Birliği İlkokulu’nda, ortaokulun tamamını Karşıyaka Ortakoulu’nda okudum. O yıllar, hayatımın en güzel dönemlerinden biridir. Geceleri uyku tutmadığında güzel şeyler düşlemek istersem, o günleri anımsarım.

Yer yüzünde Karşıyaka’dan güzel bir kent olamayacağını sanırdım. Babam, Diyarbakır’a atandığında Karşıkaya’dan ayrılmaktan duyduğum üzüntüyü, bugün bile unutamadım.

Yanlış anımsamıyorsam tüm kordonda tek bir apartman vardı. Bugün anıtın bulunduğu noktada, ama deniz doldurulmadığı için çok daha içeride “Benzinci lbrahim”in istasyonunun bulunduğu yerden itibaren Alaybey tarafında evler yine bitişik nizam yapılmıştı ama çok üç katlıydılar. Arka taraflarında ise erik ağaçlarının, kayısı ağaçlarının bulunduğu güzelim bahçeler vardı.

Rüzgarlı havalarda dalgalar evlerin kapılarına kadar vururdu.

Sahilin diğer kesiminde ise, Iskele’nin karşısındaki ufak bölüm hariç, Bostanlı’nın sonuna kadar, evler-köşkler hep bahçe içindeydi.

Alsancak’tan vapurla gelirken, o bahçelerdeki palmiye ve hurma ağaçlarını, ağır ağır dönen yel değirmenleri seyretmeye bayılırdım. İskelenin her iki tarafından denizin dibi, tamamen incecik bir kumla kaplıydı.

23 Nisan’da veya en geç 1 Mayıs’ta deniz mevsimini oradan denize girerek açardık.

Deniz öylesine temiz ve beraktı ki; balık yemi olarak kullandığımız sülünezlerin yuvalarını rahatlıkla görebilir ve parmağımızı kuma daldırdığımız gibi sülünezi çeker alırdık…

Susadık mı; susuzluğumuzu iskele önündeki çeşmeden kana kana Yamanlar suyu içerek giderirdik. Çeşme’nin önünde, karşı tarafta oturan subayların emirerleri, ellerinde testilerle kuyruk oluştururdu.

Sahil boyunca kayıklar, narin yapılı şarpiler demirliydi.

Özellikle İskele-Bostanlı arasında, denize girmek veya tekneye binmek için yapılmış küçük iskeleler vardı. Bunların her birine kendimizce isimler takmıştık; küçük deniz, beyaz deniz gibi…

Yüzmek için bunlardan hergün bir başkasına gider ve sanki her birinde farklı özellikler bulurduk.

Sahil boyunca genç kızlar, kadınlar mayoları ile çekinmeden denize girer, kıyıda sere serpe güneşlenirlerdi.

Yaz boyunca bütün gün mayo ile gezer, denize girer girer çıkardık.

Acıktık mıydı da bir somun sıcak ekmeği, nar gibi kırmızı kocaman bir domatesle ve bir parça tulum peyniri ile yerdik.

Sabahları balıkçılar, yayvan sepetlerinde üzerine ıslak çuval parçaları örttükleri kocaman çipuraları satarlardı.

Onlarla aynı saatlerde sokak satıcıları, “buz gibi bardacık” diye bağırarak dolaşırlardı.

İç sokaklardaki evlerin çoğu bahçe içindeydi. Kendi bahçelerinde üç-dört çeşit erik bulunan çocuklar bile, erik hırsızlığı yapmaya bayılırdı.

Sıcak öğle saatlerinde sokaklar bomboş olur, kumru sesinden başka ses duyulmazdı. Yusufçuk, yusuf, yusufçuk…

Bazı geceler düşümde, o eski Karşıyaka yaşıyor. Çarşı içinde “Karakulak” ın dükkanına giderek, günlüğü yirmibeş kuruşa “Pardayanlar”ın altıncı cildini kiralıyorum.

Cumhuriyet, 14 Aralık 1989;
Gazete Ege, 19 Mayıs 1997

Körfez Vapurları

Geçenlerde İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Haber Bülteni’nde bir yazı okudum. Yüksek Mühendis Hüsnü Yurttaş yazmış:

İzmir’de özel araçlar hariç sadece toplu taşıma araçları ile bir günde bir buçuk milyona yakın yolcu taşmıyormuş.

Bundan Körfez vapurlarının aldığı pay sadece yüzde iki. ESHOT’un payı ise, yüzde elliye yaklaşıyor….

Üstelik, nüfus artışına karşın, vapurla taşman yolcu sayısı artacağına azalmış. 1981 yılında oniki milyona yaklaşan yolcu sayısı, 1985-1987 döneminde sekiz milyonun altında..

Oysa ki, İzmir nüfusunun yaklaşık dörtte biri, deniz ulaşımından yararlanabilecek, kıyı bölgelerde yaşıyor.

Bence, yolculukların en keyiflisi, vapurla yapılanıdır. Sabah, gün yeni doğmuşken, hele Körfez’in denizi de çarşaf gibiyse, güvertede oturur, sıcak çayını yudumlarken, Büyük Yamanlar’a doğru sigaranı tüttürürsün.

Bizler ise, sabahları duraklarda bekleşiyor, sonra da üst üste yığılarak, otobüslerde, hantal troleybüslerde yolculuk yapıyoruz. Pahalı akaryakıtı havaya savurarak, çevreyi de kirletiyoruz.

İzmir’de pek çok güzel şey gibi, deniz taşımacılığı da gerilemiş.

İşte eski zaman iskeleleri, işte eski zaman vapurları;

Girit, Terakki, Güzelbahçe, Hürriyet, Müsavat, İstanbul, Güzel İzmir ve Karşıyaka vapurları. Karşıyaka, Alaybey, Osmanzade, Bayraklı, Pasaport, Konak, Karataş, Salhane, Hastane, Karantina, Göztepe ve Güzelyalı (Reşadiye) işleklerinden yolcu taşımaya başlıyor. Yıl 1884.

Daha sonra Urla, Dikili ve Foça seferleri…

1940 yılında filoya Sur ve Efes vapurları da katılıyor.

Şimdilerdeyse Sadece, Konak, Pasaport ve Karşıyaka iskeleleri arasında vapur seferi var.

Bir de haziran-eylül döneminde Konak Urla seferi.

Umarım, Bostanlı ve Üçkuyular iskelelerinin yapımı yakında biter.

Çocukluk anılarımda, şimdi olmayan iskelelerden sadece Bayraklı ve İnciraltı iskelesi var.

Diğerleri kaldırılmış mıydı, yoksa yolumuz mu düşmezdi?

Cumhuriyet 20 Mayıs 1990;
Gazete Ege, 2 Haziran 1997