Belki de hiç bir zaman, devamlı ve düzenli su alamamış evlerin sakinleri, bir sabah uyandıklarında kendilerini, yarı bellerine kadar suyun içinde bulurlar. Bir yıllık gereksinimlerinden fazlası, toptan gelmişti…

Bu paradoks olmasa, su baskını da olmazdı.

Bizim dairenin kapısı, 1349 Sokakta. Sokak, Cumhuriyet Bulvarı’na çıkıyor ve denize otuz metre kadar uzakta. Yine de İzmir’de en çok su baskınına uğrayan sokaklardan biri. Oysa ki yılda, 100 binden fazla insanın girip çıktığı bir kapı orada. Altı yıl önce göreve başladığımda, üstelik toprak bir yoldu. Sular çekilir, çamur kalırdı. Sağolsun Ahmet Sarışın, hemen asfaltlattı. En ufak sağanakta bile su baskını sürünce, bir kat daha sonra bir kat daha asfalt. Ama bizim işyerinin sokağı yükseldikçe, Cumhuriyet Bulvarı da yükseldiğinden, biz hep çukurda kaldık ve baskının önünü alamadık. Oysa görevlilerimiz, logarları devamlı temiz tutmaktadır. Logarlardan, yağmur suyu denize gideceğine, kabaran deniz bize gelmektedir. Yolumuzu daha fazla yükseltmek de artık mümkün değildir. Çünkü bu kez, bina girişi yolun altında kalacak, sular binaya dolacak. Son çare olarak, binayı kuşatan daracık kaldırımı yükselterek, tek kişilik bir geçit ürettik.

Birinci Kordon’un ve Cumhuriyet Bulvarı’nın eğimi, suları denize doğru değil, bize doğru göndermektedir. Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’nda ise, doğal ki onun Karataş’tan başlayan ve su tutmasın diye özel olarak yeniden yapılan bölümünde, su birikintisi bile olmamaktadır. Demek ki istenirse oluyor…

Aslında yağmur bizden, yok ettiğimiz, toprağın ve yeşilin intikamını alıyor. Çocuk olduğum çağlarda, İzmir’i çevreleyen tepeler, gecekondu ile değil, toprakla kaplıydı. Ormanlar değilse bile ağaçlar vardı. Yollar, asfalt değil parke kaplıydı. Ama “sevgi yollarına” döşenen şimdiki asfalttan farksız beton parke değil, gerçek taş parke: Onarım sırasında ya da yenisi yapılırken görürdüm. Önce zemine kum döşenirdi ve onun üzerine parke taşlarını, büyük bir özenle aralıklı olarak yerleştirirlerdi. Aralıklara da kum doldurulurdu ve yağmur suları elini kolunu sallayıp evlere doğru akıp gidemezdi…

Ara sokaklar, parkeleri ana yollardaki kadar özenli yapılmadığından, biraz çamur olurdu ama daha çok su emerdi. Üstelik hemen hepsinde, dut ağaçları, akasyalar vardı ve suyu çok severlerdi.

Şimdiyse, Kültür Park içinde bile toprak bulmak zorlaştı. Büyük bölümü beton ve asfalt kaplı.

Yağmur, intikam için yağmıyor elbette. Toprağı doyurmak, yeşilin susuzluğunu gidermek için yağıyor. Yaşamın sürmesi için yağıyor yani. Yoksa yağmasa mıydı?

Ne yapabilir ki zavallı yağmur? Toprağı ve yeşili bulamayınca, gecekonduların damlarından, gri-beton blokların üzerinden, yanlış eğimli asfalt yollara dolup, denize paralel bulvarlarımızı birer nehire çevirdikten sonra, evlerimize saldırıyor.

Gazete Ege, 9 Şubat 1998

Originally posted 2015-11-02 10:53:55.