Skip to main content

Trafik Sorunu

Yeni yapılan iyi yollar, trafik sorununa çözüm getirebilir elbette. Zaten, amaç da budur. Ancak, iyi ve geniş yollar aynı zamanda, trafiği, bir mıknatıs gibi kendilerine doğru çekerler de.

Örneğin, Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’nı yaptığınızda, bu yolu sadece, eskiden Mithat Paşa Caddesini kullanan araçların kullanacağını sanırsanız, aldanırsınız. Hatay yolunu kullanan trafiğin, önemlice bir bölümünün de sahile kayacağından, hiç kuşku duyulmamalıdır.

Sorun Üretim Merkezleri

Üstelik kaymak gibi yollar, araç kullanımını ve hatta araç satın almayı da özendirir. Eskiden, trafik sıkışıklığından korkup arabası yerine otobüsle işe gidenler, tek başlarına direksiyon başına oturup, kent merkezine dalarlar. Demiryolu yerine, karayolu yapımını seçen politikaların, en çok otomotiv sanayiini sevindirdiğini söylememe ise bilmem gerek var mı?

Trafik sorununa çözüm için ürettiğiniz karayolları, bir de bakmışsınız, sorun üretim merkezlerine dönüşmüştür.

Daha da önemlisi kent merkezlerine, hele de deniz kıyısına yapacağınız yollar, mutlaka bir noktada tıkanacaktır. Aynen damacana gibi, tek yönünde bile üç-dört şerit bulunan yollar, er-geç, iki ve hatta tek şeritli yollarda son bulacaktır.

Tıpkı, mevcut otoyollarımızdan birinin, Sabancı Kültür Merkezi, diğerinin ise, Karşıyaka iskelesi önünde tıkandığı gibi.

Bu tür daralmanın aşılması, kent estetiği açısından hiç de hoş olmayan, deniz kıyısı viyadüklerini, deniz manzarası gibi, çok önemli bir rant kaynağını zedeleyecek viyadükleri gündeme getirir. Üstelik bu viyadüklerin de çözüm olmadığı, kısa sürede anlaşılacaktır.

Damacana Yollar

Damacana yolların en önemli özelliği, hız magandalarına, üstelik kent içinde, dört-beş kilometre için bile olsa, 110-120 kilometre hız yapma olanağı vermesidir. Evet, damacananın gövdesinde bu hızı yaparlar ama, beş dakika sonra girecekleri dar boğazda, dakikalarca hiç kımıldamadan, sıkışıp kalırlar. Oysa sağlıklı kent içi trafik akışı, otuz-kırk kilometreyi aşmayan ama fazla kesintiye de uğramayan bir akıştır. Böyle bir trafik akışı için, kent içi oto yollara, deniz kıyısı viyadüklerine ve hele deniz doldurmaya hiç de gereksinim yoktur. İyi düzenlenmiş döner kavşaklar, iyi bir sinyalizasyon ve trafik planlaması yeterli olabilir.

Kordon trafiği

Küçük bir örnek, Gazi Bulvarı’ndan, Birinci Kordon’a çıkan otobüsler, hemen döner dönmez, sağdaki durakta duruyorlar. Birincisi-ikincisi neyse de üçüncüsü, hele çiftli otobüsse, kıçını mutlaka açıkta bırakarak, yolu tıkıyor. Otobüs durağı, yirmi metre öteye taşınsa, Kordon trafiği ta Cumhuriyet Meydanı’na kadar tıkanmaz. Tabii bir de Gazi Bulvarı’ndan gelip, eski büyük postane önünde Kordon trafiğinin yeşil ışığına yakalanan araçlar, orada bekleyip, geçmeye çalışmasalar.

Körfez kıyısını, otoyollarla çevirecek yerde, çevre yolunu bitirip, trafik yoğunluğunu, kent merkezi dışına atabilmiş olsaydık, bugünkü sorunların çoğunu yaşamamıza gerek kalmazdı.

Bir de ah, şu katlı otoparklarımız yapılsaydı…

Gazete Ege, 2 Mart 1998

Ev Kadınları

Minibüslerin, kent merkezinden uzaklaştırılması, kuşkusuz iyi oldu. Daha geçenlerde, üç dakikalık Altınyol’u, yarım saatte zor geçebildim. Nedeni bir minibüsün yaptığı trafik kazası…

Yine de minibüslerin kalkmasından hoşnut olmayan bir kesim var: Ev kadınları. Orta yaşlı çalışmayan kadınlar, bebekli genç anneler, yürüme güçlüğü çeken yaşlı teyzeler-nineler. Onlar eskiden, Kemeraltı çarşısına, minibüste oturarak giderdi. Şimdilerde evden pek çıkmıyorlar. Kuşkum yok, Kemeraltı esnafının müşteri sayısı epey azalmıştır.

Güzelyalı (nedense Göztepe deniyor) vapuru, onların bir sorununa, bir ölçüde olsa, çözüm getirir diye düşünmüştüm. Ama vapur saatleri açıklanınca gördüm ki sadece çalışanlar düşünülmüş.

Ben her zaman, deniz ulaşımının geliştirilmesinden yana oldum. Bu yüzden Güzelyalı iskelesini ve üst geçidini, estetik tartışmasına bile girmeden destekliyorum. En azından Bayraklı’ya bir tane gerekir. Ancak sabahları Güzelyalı’dan Pasaport ve Karşıyaka’ya iki, akşam üstü Karşıyaka’dan aksi yönde bir seferin, trafiği nasıl rahatlatacağını da anlayabilmiş değilim. Üstelik küçücük vapurlarla…

Belki ilk günlerde o küçük vapurlar bile dolmayacak. Çünkü İzmirli denize, gerçekten küs ve barıştırmak da kolay değil. Bir süre zarar etmeyi göze almak gerek. Ben olsam, ilk bir hafta bu yeni hatta, ücretsiz yolcu taşır ve daha çok sefer koyardım.

Benden söylemesi; ev kadınları özellikle de Güzelyalı tarafından oturanlar, kendileri için de vapur istiyorlar. Şöyle bir tane, 10.00-11.00, bir tane de 13.00-14.00 saatleri gibi. Kuşkusuz en az bir tane de dönüş için aksi yönde, saat 16.00 gibi…

Ev kadını vapurlarının, trafik sorunu çözümü ile pek ilgisi yok ama, esnafa katkısı çok olur.

Ev kadınlarımızı önemsemek gerek. Tüketicinin Korunması Hakkında Yasa, bunu yapıyor. “Kapıdan satışlar” ile ilgili hükümler, özellikle ev kadınlarımızı korumak içindir. Bilirsiniz, kapıdan satış yapanlar, evdeki çalışanlar ve okuldakiler ayrıldıktan sonra ortaya çıkar. Hedef kitle, evdeki kadınlardır. O kadınlarımız, bir de ayakta yolculuk yapamadıkları için alışverişe çıkamıyorlarsa daha kolay bir av olurlar kapıdan satıcılar için. İşte bu yüzden yasa, kapıdan satıcılara, izin belgesi alma zorunluluğu getiriyor ve daha önemlisi satılan malın iadesi için “ayıplı olma” şartı aramıyor, diğer satışlardan farklı olarak. Amaç, akşam eve dönen kocanın hışmından, ev kadınlarını korumak.

Gelin Güzelyalı, Konak, Karşıyaka üçgenine, körfezin her iki yakasındaki ev kadınları için vapur koyalım. Hem alışverişe hem de birbirlerini ziyarete, oturarak gidebilsinler.

Ben de arada bir cumartesi veya pazar, çayımı yudumlayarak, Karşıyaka’ya giderim mutlaka…

Gazete Ege, 27 Ekim 1997

Şubatta İzmir’e Bahar Gelebilir

İzmir’in ilkbaharı, kimi zaman yok dedirtecek kadar kısadır…

Baharlık giysiler, daha çok güzün işe yarar. İlkbahar aylarının yarısı kış, yarısı yaz olduğundan, kazaktan pardesüden, kısa kollu gömleğe geçiverirsiniz, beş-on gün içinde.

Aslında, İzmir’in de ilkbaharı vardır. Çoğu yıl, Şubat ayı içine gizlenir de ondan ötürü yok sanırsınız. Bu Şubat’ta da ansızın, İzmirim’e bahar gelebilir, sakın şaşırmayın…

Üniversite yıllarında, yarıyıl tatili için, mototrenle İzmir’e gelirken, Ankara’nın karından, soğuğundan ve dumanlı havasından uzaklaştıkça, bahara yaklaşmakta olduğumuzu hissederdik. Ve ilkbahar bizi daha İzmir’e gelmeden, Ege hudutlarından girer girmez, yemyeşil çayırlarla karşılardı. Güneş ışıkları, trenin penceresinden geçip, içimizi ısıtırdı. İzmir’e yaklaştıkça, erikler çiçek açmış olurdu. Çok özlediğimiz mavi denizi ancak Turan girişinde görebilirdik ve Körfez’in yeni yeni başlamış olan kötü kokularını bastıran iyot ve yosun kokusunu, doya doya içimize çekerdik.

Yunuslar, henüz bizi terkedip gitmemişlerdi ve vapurlara, mutlaka eşlik ederlerdi.

Artık yunuslar olmasa da biliyorum bu Şubat’ta ilkbahar ansızın gelecek. Önce adını bir türlü öğrenemediğim ama İzmir bahçelerinde çokça bulunan, kırmızı çiçekler açacak. Onlar açtı mıydı, enayi erikler de Mart’ta gelebilecek donu düşünmeden, hemen çiçeğe yatacaklar. Peşinden şeftali ve kayısı ağaçları. Beyazlı, pembeli ve kırmızılı bir renk cümbüşü başlayacak.

Bahar çiçeklerinin konseri kısa sürer. Don olmasa bile, kimi dökülür, kimi yeşil yaprakların arasında,kaybolur gider. Bu yüzden; yağmur-çamur bile olsa aldırmayıp, sokaklara, parklara, bahçelere çıkmak gerek.

Ben muhtemelen, Kültür Park’a giderim. Orayı ben, yaz aylarında değil, baharlarda ve tenhayken severim. Hele bir de yağmur sonrasıysa ve güneş de açmışsa. O zaman çimenler, daha bir yeşildir. Ortalık mis gibi toprak kokmaktadır. Yapraklardan, dalların ucundan düşmeye hazırlanan su damlacıkları, gün ışığında parıldamaktadır…

Kültür Park; yeşili azalıp, çirkin yapıları çoğalmış bile olsa, İzmir’in akciğeri. Kent içinde daha büyük yeşil alan yok. Oraya her gidişimde yangın yerini yeşile çeviren, büyük belediye başkanı Dr. Behçet Uz’u saygıyla anarım. Şubat’ta İzmir’e bahar gelebilir. Gelir gelmesine de özellikle siz erikler, sakın enayilik etmeyin. Sonraki ay Mart’tır. İzmir’in Mart’ı “Kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır.”

İzmir’in ilkbaharı vardır, evet. Vardır da biz onu, Ocak ayı ile Mart ayı arasına saklandığı için yok zannederiz…

Gazete Ege, 16 Şubat 1998