Skip to main content

Levanten Madam

Eski İzmir’i düşleyince, şimdi sayıları çok azalmış olan Yahudileri, Rumları ve Levanten’leri anımsamamak olmaz.

Pasaport İskelesi’nde, Yahudiler’in gemiler dolusu İsrail’e göç edişlerini seyretmiştim.

Arada bir kiliseleri, havraları taşladığımız, çok korkak oldukları yanlış inancıyla kendimizden iri Yahudi çocuklarına sataştığımız da olurdu, ama onları yine de severdik.

Sokaklarda Rumca şarkılar duyulur, Rum meyhanelerinde oniki çeşit meze ile rakı içilirdi…

Türkiye’nin Batı’ya açılan penceresi “Gavur İzmir”in süsüydüler.

Özlüyorum onları, özellikle çoktan ölmüş özel birini; Levanten Madam’ı!..

1964 yılında, Maliye Bakanlığı’nm görevlisi olarak İzmir’e turneye gelmiştim. Evim o zamanlar İstanbul’daydı.
Benden önce İzmir’e gelmiş daha kıdemli arkadaşlarımın önerisi ile Karşıyaka’da bir pansiyona yerleştim. Evinin bir odasını kendisi kullanıp diğerini pansiyon olarak kiralayan yaşlı bir Levanten Madam’m yanma…

Madam’m en büyük tutkusu bezik oynamaktı.

Bu yüzden bezik bilmeyeni evine kiracı almazdı. Kendimi tanıttığım sırada bana da ilk sorduğu, bezik oynamayı bilip bilmediğim olmuştu.

Her cumartesi öğleden sonra eve bezik oynamak için kimi Türk, kimi Levanten veya Rum, yaşlı kadınlar gelirdi. Madam’ın kiracısı, bu oyunlara katılmak zorundaydı. Madam’ın pişirdiği nefis boğaçaları, kekleri yiyerek o yaşlı kadınlarla saatlerce bezik oynardım.

Eve erken geldiğim akşamlar Madam, elinde kağıtlar-marközler, hemen karşıma dikilirdi.

Eğer üç-dört gün oynamamışsak, gece açık hava sinemasından döndüğünde, bezik oynamak için beni uyandırdığı bile olurdu…
Yazlık sinemaya bazen birlikte giderdik.

Yolda haşlanmış mısır alır, sinemada gazoz içerdik.

Sabahları bana kahvaltı hazırlardı. Gevreği enine keser, üstüne tereyağ sürdükten sonra, kendi yaptığı kuru üzüm reçellerini tek tek ve büyük özenler sıralardı.

Evden çıkarken bıraktığım kirli çamaşırlarımı akşamları yıkanmış ve ütülenmiş olarak yatağımın üstünde bulurdum.
Değişik zamanlarda üç kez Madam’m kiracısı oldum.

Adını hiç sormadım. Sadece Madam derdim…

Daha sonra öldüğünü duydum. Çok üzüldüm…

Ama İzmir’in Levantenlerini ve de özellikle Madam’ı hiç unutamadım.

Cumhuriyet, 23 Aralık 1989;
Gazete Ege, 23 Haziran 1997

Defne

Adını ben koydum: Defne… Ateş gözlü, güleç yüzlü, güzel yeğenim benim. Ilıca’nın deniz kızı o…

Henüz on yaşında ama şiir bile yazıyor:
“Günaydın demeden başladı gün,
Bir de bakmışsın, bayram gelmiş.”

Bin dokuz yüz seksenlerin bir yarısında, geçimimi, ticaretten kazanmak zorunda bırakılmıştım. Malum mesele: 1402. Mehmet Özavcı ile birlikte Muğla’da kurduğumuz şirketin ünvanı da Defne.

Yani ben defneyi çok seviyorum. Tıpkı; zeytini, inciri ve üzümü sevdiğim gibi. Çünkü onlar, Ege’nin, Akdeniz’in simgesi ve ben, Ege’yi çok seviyorum. Bir Akdenizliyim ben. Efes ve Bergama uygarlıkları bizim. Güzel Helen’i biz kaçırdık Atina’dan, Truva bizim. Benim çocukluğumda, İzmir’den Aydın’a kadar her yer incir bahçeleri ile kaplıydı. Annem yerlere kadar uzun beyaz sakallı evliyayı, bir yaz gecesi, Söke’de bir incir ağacı altında yatarken görmüş.

İncir bahçeleri yerlerini, pamuk tarlalarına bırakmış. Pamuk daha çok para getiriyor diye. Pamuk tarlalarına da Virginia tütünü ekilirse hiç şaşırmayacağım. Pamukçu da zorda şimdi.

Sultaniyeyi, yaş üzüm ihracatı kurtardı. Hormon sayesinde tabii. Aslında üzüm şanslı. Asma arsız bir bitki. Çabuk büyüyor. Ne demiş zaten: “Bana sarılacak yer gösterin, Ay’a uzanayım.”

En geç büyüyeni, zeytin ağacı, verim için elli yıl gerekiyor. Ama en uzun yaşayanabileni de o. Bin yıl yaşayabilir, bırakırsanız. Bırakmıyoruz ki yaşasın: Kökleyip kökleyip, çirkin villaları konduruyoruz yerlerine. Acaba, kutulu zeytin yağı satabilseydik yurt dışına, böylesine kolay yok edilirler miydi?

Defne; hüdai nabit, kendiliğinden yetişiyor yani. Ya makilik alanlarda yetişiyor ya da güzelim kızıl çamlarla, kara çamlarla birlikte. Bakım falan da istemiyor. Ama yine de çok değerli. Değerli olmasa, Roma imparatorlarının başını süsler miydi, taç niyetine.

Kimya ve ilaç sanayiinde kullanılıyor. Ben ise, balık pişirmede kullanıyorum. Kefal pilaki, defne olmaksızın, pişirilemez… Izgara, “kömür ızgara tabii”, yaparken çipuranın karnına bir kaç yaprak defne koymayı bir deneyin. Parmaklarınızı yersiniz… Yazlık siteler, defneyi de katlediyor ama, esas katili orman yangınlarıdır. Her yıl, binlerce çam ağacı yanında, defne de yanıp gidiyor. Egeli ozan, Egeli romancı çoktur da Ege’nin ozanı, romancısı pek yoktur. Umarım Defnem, büyüyünce ne iş yaparsa yapsın, şiir yazmayı sürdürür.

Umarım Defne, incirin, üzümün, zeytin ağacının ve defnenin şiirini yazar. Ege’nin şairi olur yani. İşte bu yüzden adını Defne koydum.

Gazete Ege, 21 Ekim 1996