Skip to main content

Men-i İsrafat Kanunu

Cocuk olduğum çağlarda biz okulda, her yıl, “Yerli Malı Haftası” kutlardık. Yerli malı olarak doğallıkla, ayva, portokal, kuru incir ve üzüm getirir, afiyetle yerdik. Öğretmenlerimizin, bize göstermek için, Nazilli Basması ve Beykoz Kundura getirdiği de olurdu. Yerli Malı Haftası, sanırım şimdilerde de kutlanıyor. İçi boşalmış olarak kutlanıyor, eğer kutlanıyorsa. Çünkü; çocuk olduğum çağların haftası bize, tasarrufun bir erdem olduğunu öğretmek için kutlanırdı.

Zaten toplumsal geleneğimizde, İslam dininin de etkisiyle, tasarruf bir erdem sayılır, israf ve gösteriş için yapılan harcamalar, hoş karşılanmazdı. Orucu, zeytinle açmak bundardır.

Sonraları önce rant ve ardından da kara-para icat oldu ve gelenek bozuldu. Artık, erdem sayılan, tüketimdir. İftar yemeği, yine zeytinle başlasa da kuşkonmaz ve havyarla sürdürülebiliyor. Zeytin bulamayanların sayısı da epeyce arttı…

Yeni nesilller bilmez ve uzun zamandır hiç uygulanmadığı için eskiler de unutmuştur ama bu toplum, bir zamanlar, galiba Osmanlı zamanında, israfı engellemek için yasa bile çıkartmıştır. Uygulanmasa da yürürlükten kaldırılmamış olan bu yasanın adı, “Savunganlığı Yasaklama Yasası” Osmanlıcası yazımın başlığı oldu zaten…

Savurganlık sayılan harcama sınırları, aklımda değil. Ama “Kuruş” olarak belirlendiğini unutmadım. Bir liranın yüzde biri yani etrafı tırtıllı, yuvarlak madeni bir kuruşları ve yüz para denilen, sarı, ortası delik, ikibuçuk kuruşları, görüp kullanan nesildenim ben.

Men-i İsrafat Kanunu’na göre, örneğin düğünde, üçbin kuruştan fazlasını harcayanlar, üç ay hapsolunurlar. Şimdi ben, bir sandviç aldığım zaman bu limiti tam beş bin kat, o da yüzellibin liralık sandviç bulursam, aşmış olmuyor muyum? Amma da müsrifim değil mi?

Bereket ki; tasarrufu, yeniden erdem sayılacak hale getirmek amaçlı çalışmalar gündemde. Kimi kamu kuruluşlarında, video ve tv’ler satılıyor, makam araçlarına sınırlama getiriliyor. Bu aletlerin çoğu, uzun yıllar önce, genellikle de bağış yoluyla edinilmiş ve biraz zor kullanılır durumda. Yine de sadece numaralarla, onların da alt kademeleriyle sınırlı olmamak koşuluyla, iyi bir başlangıç. Nasılsa memur, tasarrufun, hep kendisinden başlatılmasına alışıyor.

Enerji dar boğazı korkusu, elektrik tasarrufuna, ayrı bir önem kazandırıyor. Gereksiz lambalarımızı söndürüyoruz. İstersen söndürme de TEDAŞ, göstersin sana gününü….

Biz, birer ampulümüzü söndürerek, enerji tasarrufuna katkı yapalım yapmasına.

Peki ama acaba neden, Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’ndaki karpuz lambalar, saat 15’de yakılmakta, kimi günlerde ise hiç söndürülmemektedir!

Gazete Ege, 26 Ocak 1998

Körfez Vapurları

Geçenlerde İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Haber Bülteni’nde bir yazı okudum. Yüksek Mühendis Hüsnü Yurttaş yazmış:

İzmir’de özel araçlar hariç sadece toplu taşıma araçları ile bir günde bir buçuk milyona yakın yolcu taşmıyormuş.

Bundan Körfez vapurlarının aldığı pay sadece yüzde iki. ESHOT’un payı ise, yüzde elliye yaklaşıyor….

Üstelik, nüfus artışına karşın, vapurla taşman yolcu sayısı artacağına azalmış. 1981 yılında oniki milyona yaklaşan yolcu sayısı, 1985-1987 döneminde sekiz milyonun altında..

Oysa ki, İzmir nüfusunun yaklaşık dörtte biri, deniz ulaşımından yararlanabilecek, kıyı bölgelerde yaşıyor.

Bence, yolculukların en keyiflisi, vapurla yapılanıdır. Sabah, gün yeni doğmuşken, hele Körfez’in denizi de çarşaf gibiyse, güvertede oturur, sıcak çayını yudumlarken, Büyük Yamanlar’a doğru sigaranı tüttürürsün.

Bizler ise, sabahları duraklarda bekleşiyor, sonra da üst üste yığılarak, otobüslerde, hantal troleybüslerde yolculuk yapıyoruz. Pahalı akaryakıtı havaya savurarak, çevreyi de kirletiyoruz.

İzmir’de pek çok güzel şey gibi, deniz taşımacılığı da gerilemiş.

İşte eski zaman iskeleleri, işte eski zaman vapurları;

Girit, Terakki, Güzelbahçe, Hürriyet, Müsavat, İstanbul, Güzel İzmir ve Karşıyaka vapurları. Karşıyaka, Alaybey, Osmanzade, Bayraklı, Pasaport, Konak, Karataş, Salhane, Hastane, Karantina, Göztepe ve Güzelyalı (Reşadiye) işleklerinden yolcu taşımaya başlıyor. Yıl 1884.

Daha sonra Urla, Dikili ve Foça seferleri…

1940 yılında filoya Sur ve Efes vapurları da katılıyor.

Şimdilerdeyse Sadece, Konak, Pasaport ve Karşıyaka iskeleleri arasında vapur seferi var.

Bir de haziran-eylül döneminde Konak Urla seferi.

Umarım, Bostanlı ve Üçkuyular iskelelerinin yapımı yakında biter.

Çocukluk anılarımda, şimdi olmayan iskelelerden sadece Bayraklı ve İnciraltı iskelesi var.

Diğerleri kaldırılmış mıydı, yoksa yolumuz mu düşmezdi?

Cumhuriyet 20 Mayıs 1990;
Gazete Ege, 2 Haziran 1997

İşsizlik

İşsizlik, enflasyondan kötü… Dar gelirli için, sabit gelirli için; enflasyon da bir bela elbet. Ancak, ücretiniz, geliriniz, enflasyonu bir ölçüde izleyebiliyorsa, evinize bir ekmek götürebilirsiniz en azından. Zaten, anti-enflasyonist politikaları, devamlı kemer sıkmayı yani, alkışlayan sendikaları şaşırarak izliyorum. Onların görevi çalışanlar için, en az enflasyon oranında ücret artışı istemek. Artı milli gelir artışından pay…

Peki ya işiniz yoksa. Geliriniz yoksa yani. O zaman evinize bir ekmeği bile nasıl götürebilirsiniz acaba? Evine ekmek bile götüremeyenin nice olur hali?

“Vay cevizin hali, vay benim halim.”

Gün geçmiyor ki bana, iş isteyen bir işsiz gelmesin. Kimi, iş verme yetkim ve olanağım olmadığını bilmeden. Kimi bile bile, çaresizlikten, bir umuttur diyerek. Belki de eski alışkanlık. Geçmişte çok işsize iş vermiştim çünkü. Bir kısmına, popülist bir yaklaşımla, pek işe yaramasalar bile, sırf işsizlikten kurtulsunlar diye ama pek çoğuna, yatırım yapıp ihracatı artırarak, istihdam olanaklarını artırarak yani, çalışıp üretsinler diye, iş vermiştim…

Şimdiyse? Şoföre gereksinimimiz var örneğin. İşsiz şoför de pek çok. Ama benim yetkim yok.

İyi ki de yok. Bir kaç yüz, hatta bir kaç bin işsizse iş vermek çözüm değil çünkü. Üstelik bu yüzden bir de yargılanıp, adliye koridorlarında sürünmek de var. Tüm davalar beraatle sonuçlandı ama nice eziyetten sonra.

Evet çözüm birkaç bürokratın, yargılanmayı bile göze alıp, bir avuç işsize iş vermesinde değil…

Bilirsiniz, pek çok ekonomik gösterge var: Dış ticaret hacmi örneğin. Ya da dış ticaret hacmi içinde, ihracatın payı, enflasyon oranı gibi. Kalkınma hızı, elbette çok önemli.

Ancak, bunların hiç birisi, temel gösterge değildir.

Bir ekonomik düzenin başarısının temel göstergesi; istihdam düzeyidir. Başka bir deyişle; bir ekonomik düzenin başarısı, cari ücretten çalışmak isteyen insanlara ne oranda iş verebildiği ile, ölçülür…

Ülkemizde pek çok işsizin bulunduğunu, sadece benim gözlerim değil, devletimizin resmi istatistikleri söylüyor. Hem de açık işsiz, gizli işsizler hariç. Gizli işsiz demek, çalışmadığı zaman, üretim azalmasına neden olmayan işçi demek ve de
özellikle KİT’lerimizde pek boldurlar.

İş istemek, dilenmek demek değildir.

Devletin temel görevlerinden biri ise, çalışmak isteyene, iş sağlamaktır. Yatırım yapılmıyorsa, gerektiği biçimde yatırım yapmak, istihdam düzeyini arttıracak ekonomik politikalar izleyip, teknoloji seçiminde, istihdam düzeyini de göz önünde bulundurmak…

Bütün bunlar, serbest piyasa ekonomisinin işleyişini bozmadan yapılabilir ve yapılmalı da.

Ben olsam yapardım…

Gazete Ege, 28 Ekim 1996